28 Ağustos 2013 Çarşamba

10 YIL ÖNCE 10 YIL SONRA... SEFERİHİSAR

Ankara'da, gazetecilik yıllarında tanıdım Fulya'yı. Daha doğrusu ben mesleği bırakmıştım ama Fulya devam ediyordu. Yıllar geçti, Fulya Ankara'yı terketmeye, memleketine yani Seferihisar'a dönmeye karar verdi. Döndükten kısa bir süre sonra da, beni Seferihisar'a davet etti. İzmir'in bir ilçesi olması dışında hiçbir bilgim yoktu Seferihisar'a ilişkin. Belki Fulya'dan önce adını bile duymamıştım. Turistik bir mekan değildi o zamanlar. Atladım otobüse gittim. İki arkadaş, güzel zamanlar geçirdik beraber. Tatil bitti Ankara'ya döndüm. Bir gün Seferihisar'ın "citta slow" seçildiği haberini okudum. Citta Slow da ne ola ki dedim. Baktım, tam benlik bir şeymiş. Küreselleşmenin şehirlerin dokusunu, sakinlerini ve yaşam tarzını standartlaştırmasını, yerel özelliklerini ortadan kaldırmasını engellemek için ortaya çıkmış bir kentler birliği imiş. Küreselleşmenin yarattığı homojen mekanlardan olmak istemeyen, yerel kimliğini ve özelliklerini koruyarak dünya sahnesinde yer almak isteyen kasaba ve kentlerin katıldığı bir birlikmiş. Citta Slow hakkında detaylı bilgi için şurayı tıklayınız:

http://www.cittaslowseferihisar.org/index.php?option=com_content&view=article&id=55&Itemid=62

10 Yıl Önce. Temmuz 2003. 

28 Haziran 2013 Cuma

Yaşasın Bağzı Şeyler !

"Olmaz olmaz deme hiç, olmaz olmaz sevgilim. Hayat neler gösterir belli olmaz sevgilim" diye bir şarkı vardır hani. Hakkaten de "olmaz olmaz" dememek gerekiyormuş. Yıllardır günübirlik doğa yürüyüşlerine katılırım. Bu yürüyüşlere katılan arkadaşlar çoğunlukla dağcılıkla da ilgilidirler. Dağda yürümek, zirve yapmak, dağda çadırlı kamp kurmak filan benim için "bilim kurgu" tadında hadiseler idi. Çok çok dağcılık filmleri izlemiş, dağcı arkadaşlarımın fotoğraflarına bakmakla yetinmişimdir. 
 

21 Mayıs 2013 Salı

Niksar'ın Fidanları Koyverin Gidenleri


Doğa Araştırmaları Sporları ve Kurtarma Derneği (DASK) her yıl “Doğada Görüntü Avcılığı Yarışması” düzenliyor. Geçen seneki  Samsun Vezirköprü’de, ondan bir önceki yıl İğneada’da yapılmıştı. Bu sene ise 16-19 Mayıs 2013 tarihleri arasında Tokat’ın ilçesi Niksar’da yapıldı. Kars’lı fotoğraf sanatçısı A. Kadir Ekinci ile tanışmamış, sohbet etmemiş olsaydım, bu seneki DOGAY’a katılmayı aklımdan bile geçirmezdim. Kadir Ekinci’ye, AFSAD’da bir sohbet sırasında, Kars’tan sonra Türkiye’de en çok beğendiği yerin neresi olduğunu sormuştum. O da hiç tereddütsüz, “Tokat” demişti.  O sırada ortada DOGAY mogay yoktu. Sonra bir de baktım, bu seneki DOGAY Tokat’ın ilçesi Niksar’da. Üstelik, aksiyon sever dostlarımın çoğu da orada olacak ! Ben durur muyum ? Tabi ki durmam. 17 Mayıs Cuma akşamı iş çıkışı üç araba Ankara’dan Niksar’a doğru yola çıktık. Niksar’a, kamp alanına vardığımızda gece yarısı olmuştu. Yol arkadaşlarım Özgür, Deniz ve Avni Bey’in yardımlarıyla çadırımı kurdum. Çadır arkadaşım Yelda, ertesi gün sabah başka bir grupla yola çıkacağından o geceyi çadırda tek başıma geçirecektim. Ürkmedim mi, ürktüm. Bu nedenle çadırlara yer seçerken, Özgür’e neredeyse yalvardım, “Çadırları birbirine yakın kuralım noluuuuuuurrrr” diye. Bu benim ikinci çadır konaklamalı gezim olacaktı. İlki geçen yaz, Akçakoca’da idi. Çadırda kalmaya alışır mıyım, sever miyim, tereddütlerim vardı.  Çadır kurmak filan nasıl olacaktı ? Kim uğraşacaktı ? Yola çıkmadan önce evde salonda kurmayı denemiştim olmamıştı. Kafam soru işaretleri ile şüphelerle doluydu. Üstelik de gecenin bir köründe kurulacaktı o çadır. Neyse, imece usulü çadırımızı kurduk. İçini yerleştirdim. Matı serdim, uyku tulumunu serdim. Gece lambasını astım. Yanlarda cepler varmış, onlara eşyalarımız koydum. Hatta çadırı geri toplarken o ceplerde lens solüsyonumu ve gözlüğümü unutmuşum. Allah’tan Yelda fark etti son anda toplanırken. Yoksa, aranıp duracaktım ta ki 1-2 Haziran’daki Lahitkaya’ya gidene kadar. Çadırlar kurulduktan sonra birer yorgunluk kahvesi içtik, hatta Deniz’in getirdiği votkadan da içtik. Bu arada diğer çadırlardan birinden gelen sesin desibeli, Boğaziçindeki Rasathanede bile ölçülemeyecek cinstendi. Yer gök inliyordu sanki. Belki bir bakıma iyiydi bu durum, zira o gece çadırda sakin sakin uyuyabildiysek, civardaki ayı, domuz, tilki kardeşler bize “hoş geldiniz” demeye gelmedilerse, bunu o amcanın horlama sesine borçlu olabiliriz. Olaylara tek taraflı bakmamak lazım nitekim. Neyse, uyuyalım artık, en azından o sese rağmen bunu başarır mıyız bir görelim dedik. Sabah olup da gündüz gözüyle baktığımızda, Yelda ile ortaklaşa aldığımız minik mavi çadırımız o kadar sevimli görünüyordu ki, hemen fotoğrafını çekip Yelda’ya gönderdim.


15 Mayıs 2013 Çarşamba

SEYİR DEFTERİ

Efendiiiiim ne zamandır isteyip de ertelediğim şeylerden biri de, amatör denizci belgesi almaktı yani yelkenli bir tekneyi kullanmayı öğrenmek. Şubat ayında, bir pazar sabahı trekkinge giderken, otobüste, Yelda dedi ki "Sinan ve ben kaptanlık kursuna başlıyoruz." Nerede, ne zaman, nasıl demeye kalmadan, pazartesi akşam ben de onlarla beraber kurstaydım. Yalnız ben devam edemedim iş güç yüzünden. Onlar belgelerini aldılar. 23 Nisan tatilinde de Özgür'le beraber eğitime çıkmaya karar verdiler. Sağolsunlar, kursa gitmediğim, belge almadığım halde, beni de dahil ettiler eğitim programlarına. Onlar mektepli, ben alaylı olarak tekneye adımımızı attık. Kiraladığımız tekne, küçücük minnacık, yaklaşık 8 metre boyunda (denizcilikte metre değil de feet kullanılıyor ama şimdi hesaplayamadım 8 metre kaç feet eder),  yekeli, sevimli mi sevimli bir tekneydi.

                                             

26 Mart 2013 Salı

Yavaş Gezginliğin Zamanı Gelmiştir

Hürriyet'in, pazartesi eki "Seyahat"de güzel bir yazıya rastladım. Gündüz Vassaf ile bir söyleşi yapılmış. Daha doğrusu Gündüz Vassaf Bosna Hersek'i anlatan bir yazı yazmış da diyebiliriz. O yazıda, Vassaf'ın bazı cümleleri çok hoşuma gitti. Alıntı yapmak istiyorum: 

"... Köprüye baktıkça, yeryüzünde ne kadar geçici olduğumu hissettim. Benden önce de pek çok kişi buradan geçmişti, bakmıştı. Onlar kaybolup gitmişti, ama köprü yerinde duruyordu. Günün birinde yeryüzü de yok olup gidecekti. Aslında köprü de geçiciydi. Geçiciliği algılamak insana haddini bilmeyi de öğretiyor. 

İstanbul'da büyük bir ışık kirliliği var. Şehir insanı gökyüzünü, ufuk duygusunu yitirmiş. Yıldızları, evreni görmek, "ben kimim, nereden geliyorum, nereye gidiyorum" sorusunu gündeme getirir. Mostar'da gökyüzü öylesine berrak ki, gökyüzünü görüp, dünyalı olduğunuzu hissediyorsunuz. Bu size dağların ardında başka şehirlerin, hayatların olduğunu düşündürüyor. Yolların devamını hissediyorsunuz. Oysa dev metropollerde insan, düşüncesi, algıları çok küçülüyor. Doğru olmayan kavramlar abartılıyor. 

Seyahatlere para ve zaman harcıyorsak, herkesin yaşadığı deneyimin ötesinde fayda elde etmeli, dünyamızı zenginleştirmeli, tüketmek yerine kendimizi yeniden üretmeliyiz. Mostar'da köprü bekçiliği bana şunu öğretti: Bildiklerimle, kişiliğimle bir yere gidip, hızla keşfedip dönmek yerine, farklı bir yerde kendimden soyunup, başka bir kişiye dönüşebilirsem, kendime dışarıdan bakabilirsem, bu geziler bana kazanç olabilir. Aksi, herkesin yaşadığı deneyimin tekrarı olur. Slowfood, slowcity gibi, yavaş gezginliğin de zamanı gelmiştir..."

Yazının tamamını okumak isteyenler buyursunlar efenim: 

http://www.hurriyet.com.tr/seyahat/22889758.asp

Pazar Yürüyüşlerine Katılım İçin Karar Alma Süreci


Pazar günleri yapılan günü birlik doğa yürüyüşlerine katılıp katılmama konusundaki karar verme mekanizmam şu şekilde işliyor: 

Haftaiçi duyuru geldiğinde, üşeniyorum. “Amaan kim gidecek şimdi Pazar Pazar” diyorum. Sonra, "arkadaşlar gidiyormuş yaa, muhabbeti kaçırmayayım" diye gitmeye karar veriyorum. Cumartesi akşamı hummalı bir hazırlık başlıyor. Çanta hazırlanıyor. Çantaya tozluk, yedek giysiler, baton, kuruyemiş filan konuyor. Öğle yemeği için sandviç hazırlanıyor. Saatin alarmı kuruluyor ve uyku.




22 Mart 2013 Cuma

Doğu Ekspresi

Kars'a gitmeyi, hem de trenle gitmeyi ne zamandır istiyordum. Lakin, bir yanım tren yolculuğunu merak ederken, bir yanım da beni şüphelere, kuruntulara boğuyordu. Saatler sürecek bir yolculuk, trenin içinde, tıngır mıngır... Ya sıkılırsam. Ya rahat edemezsem. Ya pisse. Ya kokuyorsa. Ya şöyleyse... Ya böyleyse. Bugüne kadar trenle şehirler arası sadece iki kez yolculuk yapmıştım. İlkinde, Afyon'dan İzmir'e gitmiştim. Afyon'da ne kadar akraba varsa, doluşmuştuk cümbür cemaat. Fakat, o nasıl bir yavaş gitmeydi öyle. Afakanlar basmıştı. Trene ve tren yolculuğuna dair ilk eksi puanımı o zaman vermiştim.




10 Mart 2013 Pazar

Karlar Altında Kars Masalı


Masal, gerçek oldu. Birkaç ay önce "bir deliliğe kalkıştım ama... bakalım gidebilecek miyim" diye yazmıştım. Oldu. Gittim. =)

Birkaç yıl önce başladı Kars sevdası bende. Nereden tutuldum bu sevdaya bilmiyorum. Gördüğüm fotoğraflardı büyük olasılıkla beni cezbeden. Şerif Sezer ile Tarık Akan'ın oynadığı, Kars'da geçen "Deli Deli Olma" filmi de bu isteğimin üstüne tüy dikmişti. Her sene, kış geldiğinde, Tempo Tur'un web sayfasındaki Kars gezisinin programını okur, gidip gitmemek konusunda kararsız kalır, sonunda da bu işi gelecek seneye ertelerdim. Bu kış, "ertele ertele nereye kadar" dedim. Tempo Tur'la gitmeyi düşünürken, Dilek'ten aldığım e-posta, fikrimi tamamen değiştirdi. Dilek'in sıklıkla seyahat ettiği gezi grubu, Şubat ayında Kars'a gezi düzenliyordu. Bundan daha iyi bir tesadüf olabilir miydi ? Elbette olamazdı ! Tempo Tur'la tek başına gideceğime, tanıdığım arkadaşlarımın olduğu geziyi tercih edecektim tabi ki. 



 

8 Ocak 2013 Salı

SONUNDA SİNOP

 (Aman Puhu Guşu Yühsehlerden Seslenir Fotoğraf Atelyesi Gezisi)


Tanıştıktan kısa bir süre sonra, İlker arkadaşımızın başının etinin yemeye başladık. "İlker bizi Sinop'a götür" diye. Kendiniz gidemiyor musunuz niye ille İlker'in başının etini yediniz diyeceksiniz. Çünkü İlker, çeşitli zamanlarda Sinop'a gitmiş, çok güzel fotoğraflar çekmiş, özellikle uzun pozlamalarıyla aklımızı başımızdan almayı başarmış bir arkadaşımızdır. Başımızda hem Sinop'tan, hem uzun pozlamadan anlayan biri olursa kendimizi daha bir güvende hissederiz dedik Neslihan'la. Yaklaşık bir yıl süren yalvarma, yakarma çabalarımız meyvesini verdi, İlker bizden yıldı ve "Hadi" dedi, "5-6 Ocak'ta gidiyoruz." İkiletir miyiz ? Asla. Kar kış uyarılarına rağmen, 4 Ocak 2013 Cuma gecesi Sinop'a giden otobüsteki koltuklarımıza yerleşmiştik
Neslihan, Yeşim, İlker ve bendeniz. 
Kuşbakışı Sinop