23 Şubat 2011 Çarşamba

SEN, BAŞKALARINA BENZEME SAKIN HEP BÖYLE KAL KÜBA

Herşey, Tunalıhilmi’deki Kavaklıdere sinemasının önünden geçerken, öylesine girip, öylesine izlediğim bir filmle başladı. Ekranda birbirinden tonton, birbirinden sevimli ihtiyar delikanlılar beliriyor, bir yandan yaşam öykülerini anlatıyor, bir yandan şarkılar söylüyorlardı.
 
“El cariño que te tengo / No telo puedo negar
Se me sale la babita / Yo no lo puedo evitar”

sözleri eşliğinde salona yayılan müzikten kulaklarımı, fondaki Havana şehrinin büyülü görüntülerinden gözlerimi alamıyordum. Film bittiğinde iflah olmaz bir Küba hastası olmuştum.
 (foto: internet)
Bu ülke hakkındaki yazıları okudukça, fotoğraflara baktıkça hastalığım tutkuyla karışık bir hal almaya başlamıştı. Her önüme gelene “Küba’ya gideceğim ben” diyordum, sağır sultan bile duymuştu bunu. Lakin bende en ufak bir gitme hazırlığı, uğraşı yok. Buena Vista Social Club’çılar bile İstanbul’a gelip konser vermişlerdi de o yaşlarında, ben hala harekete geçmemiştim. Zaman akıp giderken, “Fidel ölmeden görmek lazım” muhabbeti de ayrı bir stres unsuru olmuştu. “E gideceksen git, gitmeyeceksen çeneni kapa, otur oturduğun yerde” değil mi? Sonra her şey birdenbire oldu. Aralık ayında “hadi gideyim artık” dedim. Kararlılığımı yitirmemek için, işyerindeki bilgisayarımın masaüstüne bir Küba fotoğrafı koydum. Haftanın beş günü saat 09:00’dan akşam 18:00’e kadar o fotoğrafa bakmak işe yaradı. Mart’ta Küba’daydım :)
 
(foto:internet)
İşte o fotoğraf :)
Bir kısım caaanım arkadaşımın, “Küba’da ne yapacaksın ?”, “Bilmem kim gitmiş hiç beğenmemiş” diyerek beni bu sevdadan vazgeçirmeye çalışmalarına kulak asmadım. Asmadım ama, benim kafamdaki asıl soru işareti başkaydı. Daha önce hiç bu kadar uzun süre uçmamıştım. Onca saat havada nasıl geçecekti? İstanbul Paris arası 3-3.5 saat bir şey değildi de, Paris’ten Havana’ya 10-11 saat uçmak nasıl olacaktı ? Türbülansa girersek, uçak düşerse, şöyle olursa, böyle olursa…. Felaket senaryolarının bini bir para… Neyse ki korktuğum hiçbirşey başıma gelmedi. Türbülansa bile girdiğimiz söylenemez. Kah kitap okuyarak, kah film izleyerek, kah koridorlarda yürüyüş yaparak o zamanı geçirdim. Diyeceğim o ki, sırf uzak diye çok istediğiniz bir yere gitmekten vazgeçmeyin. Ama, mümkünse benim gibi turla da gitmeyin. Yapabiliyorsanız, hiç çekinmeyin, alın başınızı gidin.


bu görüntüler sizi oyalıyor uçakta




Küba hem ucuz, hem de güvenli bir ülke. “Casa particular”larda yani Kübalıların evlerinin odalarında kalabilirsiniz. Böylelikle onların gündelik hayatlarına ortak olur, daha yakından tanıyabilirsiniz. “Paladar” denen küçük ev restoranlarında karnınızı doyurabilirsiniz. Rehberimiz bizi öğle yemeği için bir restorana götürmüştü. Kocaman bir ıstakoz, yanında lezzetli mi lezzetli bir balık (türünü bilmiyorum) salata, tatlı ve kahve için 20 peso vermiştik. Turla gittiğinizde kendinizi hızlı çekilmiş bir filmdeymiş gibi hissediyorsunuz. Ayrıca neredeyse tüm zamanınızı turdaki insanlarla beraber geçirmek zorunda kaldığınız için, günlük hayata karışamıyorsunuz, insanlarla iletişim kuramıyorsunuz. Bu nedenle biraz eksik, biraz buruk döndüm Küba’dan ben.



Küba’da ilgimi çeken en önemli şey, ter kokan tek bir garsona bile rastlamamış olmam. Kübalılar yoksul olabilirler ama, son derece temiz ve bakımlı insanlar. Gezi süresince en sık rastladığım manzaralardan biri, evlerin balkonlarında bayrak gibi dalgalanan tertemiz çamaşırlardı.





Kadınların özgüvenlerine hayran olmamak ise elde değil. İster şişman olsun, ister zayıf, ister güzel, ister çirkin hepsinde öyle bir hava var ki, “Dünyanın en güzel kadını benim” dercesine, podyumdaymışçasına yürüyorlar.


Saçları özenle taranmış, tokalar, taçlar, çiçeklerle süslenmiş. Tırnakları boyalı olmayan –hem de en şekillisinden- kadına rastlamadım.


 Balkonda saçını tarayan bir güzel
Küba’dan söz ediyorsak, müziğe ve dansa değinmeden olmaz. Hep duyardım, “Küba ritm ülkesidir. Her köşe başından müzik sesi gelir, insanlar gün boyu puro içip salsa yaparlar.” Bu sözlerde abartı vardır mutlaka diye düşünürdüm ama olmadığını bizzat gördüm. Bir kere insanlarda “dans geni” diye bir gen olduğuna inandım Küba’da. Herkes mi harika danseder kardeşim? Gazeteci Zeynep Oral’ın 29 Ocak-1 Şubat 2010 tarihlerinde Cumhuriyet Gazetesinde “Nazım’la Küba’da” adlı yazı dizisindeki cümlelerine harfiyen katılıyorum:
“İbadet eder gibi, dua eder gibi, sevişir gibi dans edip şarkı söyleyenlerin ülkesiydi Küba.”




“Çıkçıkıçıkçık..Çıkçıkıçık..” İşte Küba denince kulaklarımda bu ezgi ve gözlerimde pastel renkli bir tablo canlanıyor artık. Evet evet ! Küba, pastel boyayla yapılmış bir tablo gibi. Renkleri seviyorsanız, Küba’yı da seversiniz.




Renk dedim de aklıma çocuklar geldi. Küba’ya giderseniz, hafızanıza kazınacak en güzel görüntülerden biri çocuklar olacak. Tamam çocuklar her yerde güzeldir ama sarışın, esmer ve zenci üç çocuğu da yan yana sarmaş dolaş Küba’dan başka yerde görebilir misiniz bilemiyorum. Sadece binalar değil, insanlar da renk renk orada ve hepsi uyum içerisinde, kardeşçe yaşıyorlar. Darısı başımıza !






Rom ve puro. Küba’nın iki simgesi. İçine rom katmadıkları bir içkileri var mıdır merak ediyorum. Mojito’yu Ankara’da bir iki yerde denemiştim ama hiç beğenmemiştim. Gel gör ki, Küba’da mojitosuz bir günüm geçmedi.


Ama benim favori içkilerim “daiquiri ve piña colada” idi.
 
Daiquiri
Trinidad’da, öğle yemeğinden sonra içtiğimiz “La Chancanchara” yı da anmadan geçemeyeceğim. Onun da içinde bal ve limon suyu vardı.


Puroların, bakire kızların dizlerinde sarıldığı mitinin gerçek olmadığı artık günyüzüne çıktı çıkmasına da, o purolar hakikaten teker teker elde sarılıyorlar özenle. Küba purolarını diğerlerinden farklı kılan bu olsa gerek. Hepsi el emeği, göz nuruyla üretiliyorlar.




Küba’da insanlar mutlu mu ? Devrimi ve Fidel’i hala benimsiyorlar ve savunuyorlar mı ? Bu soruların yanıtını bilemiyorum. Herkes kendine göre bir şey söylüyor. Fidel öldükten sonra Küba’nın değişeceği, sosyalizmin sona ereceği söyleniyor. Kimileri bu olasılığı endişe içinde dile getirirken, kimileri de sabırsızca bunların gerçekleşeceği günleri bekliyor. Küba’da insanların barınma, beslenme, eğitim, sağlık gibi temel gereksinmelerinin devlet tarafından ücretsiz karşılandığını biliyorum, bebek ölümlerinin yok denecek kadar az olduğunu.





Turdaki arkadaşlardan Barış, barda sohbet ettiği Kübalı gencin, bir i-phone’a sahip olmayı devrimden daha çok önemsediğini anlatmıştı. Küba henüz tüketim toplumu değil. Televizyon var ama kanal sayısı az. Ayrıca programlar da devlet kontrolündeymiş. İnternete erişim de sınırlıymış. Bunlar birçok insan için büyük, önemli eksikliklermiş gibi gelebilir. Marketlerde bir çeşit peynir varmış, dört beş çeşit peynir bulamazlarmış.


Aynayı kendimize tutalım bakalım. Biz tüketim toplumuyuz. Marketlerde çeşit çeşit peynir var. Televizyon kanalları sınırsız, ama programların pespayelikleri zirvede. İnternet erişimimiz görece daha serbest. Ama kredi kartı borcundan dolayı intihar eden insanlar da bizim ülkemizde. Ya da o marketlerdeki peynirleri satın alma gücü olmayan bir sürü insan. Karnını doyuramayan, çalışacak işi olmayan, okuma yazma bilmeyen insanlarımız bir yanda, diğer yanda dolaplarımız pek çok giysiyle tıkabasa dolu. Her giysimize uygun ayrı ayrı ayakkabılarımız var. En pahalı restoranlarda yemek yiyoruz. Tatmin oluyor muyuz ? Hayır. İnsan hep daha fazlasını istiyor. Bana kalsa, karnım doyduktan sonra, okula gidebilecek miyim, hastalanırsam ne olacağım gibi kaygılarım olmadıktan sonra, sokaklarda pervasızca dansedebildikten sonra varsın
i-phone’um olmasın. Varsın televizyonda yüzlerce kanal olmasın. TV başında oturup ne yapacağım ki, dışarıda hayat olanca ritmiyle, rengiyle, müziğiyle, dansıyla akarken ? İşte bu yüzden diyorum ki,

“Sen başkalarına benzeme sakın. Hep böyle kal KÜBA.”
















3 yorum:

  1. YAŞASIIIIN
    HOŞGELDİN ARAMIZAAAAA
    BLOG DÜNYAMIZAA

    YAZIN NEFİSSSS
    FOTOĞRAFLAR BÜYÜLEYİCİ

    AHHH YİNE GELDİ GİDESİM İŞTE KÜBAYA
    HOŞ HİÇ GİTMİYO DA :)))

    YanıtlaSil
  2. derin denizlerin balığı, senin etin ne lezzetli olur şimdi :)))) şaka şaka, etin dediysem, yazacakların, fotoğrafların ne keyifli olacak, başlangıca bakarmısın, kübaaaa :))))

    ayşesi bitanesi hoş'geldin, geç bile kaldın :)))

    YanıtlaSil
  3. Nes'im, Nil'im,

    varlığınız için, desteğiniz için çok çok, ama pek çok teşekkür ederim. valla size özendim de başladım bu işe. sizinkiler gibi olmaz tabi ama, du bakalım, kendi kendimi eğleyeceğim bi süre =)
    yapamazsam da, Nes'in dediği gibi, yemek istemez su istemez. Bi kenarda dursun. Çeyizime saklarım dedim ben de =D Hoşgeldiniz bitanesilerim =)

    YanıtlaSil