19 Eylül 2014 Cuma

TURİST GİTTİM KARADENİZLİ DÖNDÜM -I-



Cennet vatanımın görmek isteyip de göremediğim yerlerinden biri de Doğu Karadeniz idi. KHBAG'ımızın güzeller güzeli üyesi Esra ise bir Karadeniz aşığı. Sadece Esra mı ! Ekibin çoğunluğu Karadeniz'i karış karış gezmiş, aşık olmuş, her sene bir kere mutlaka gidermiş meğersem. Bu kadar çok Karadeniz aşığı barındıran bir grubun bu bölgeye gezi düzenlememesi eşyanın tabiatına aykırı olurdu zaten. Öyle olunca, sonbahardan başlamıştık ufak ufak "Yazın mutlaka Doğu Karadeniz'e, yaylalara gidelim" demeye. Derken Esra ön ayak oldu, bölgeye turlar düzenleyen, bildiği bir firmayla konuştu. Program yapıldı. Biletler alındı. Seyahat edeceğimiz günün gelmesini iple çekerken, Patron demişti ki, “Turist gideceksiniz, Karadenizli olarak döneceksiniz.” Dediği çıktı. Karadeniz’den döneli bir aydan fazla oldu ama gözlerimizde hala yayla görüntüleri, kulaklarımızda Karadeniz ezgileri var. 

Foto:Ayşe Keskalan
Endemik Tur’la yaptığımız gezimizin başlığı “Gito’dan Düşler Vadisi’ne” idi. Gito’da başlayıp Batum’da bitecekti aslında ama, Ramazan Bayramı'na denk gelmesinden kaynaklanan yoğunluk nedeniyle bazı pansiyonlarda yer bulamadığımızdan, bizim rota tersinden yapıldı. 

Sümela Manastırı-Batum

Trabzon’da Alp karşıladı bizi. Ayasofya Camii’nin yanındaki Müze Çay Bahçesi’nde muhlamalı, kayganalı, menemenli mükellef kahvaltının ardından, müzeyi gezdik.

 

Foto: Ayşe Keskalan
Foto: Ayşe Keskalan
Sonraki durağımız, Sümela Manastırı'ydı. Sümela, uzaktan o kadar etkileyici bir yapı ki. O yüksekliğe, o zamanki koşullarla nasıl yapmışlar bu manastırı diye hayret ediyorsunuz. Gelin görün ki, manastırın içine girdiğinizde yaşadığınız tam bir hayal kırıklığı. O kadar baştan savma, o kadar yapay bir restorasyon geçirmiş ki Manastır, M. S. 300'lü yıllarda yapıldığına inanmak zor. 

F: Ayşe Keskalan
F: Ayşe Keskalan
Sümela’dan sonra Batum’a gittik. Geceyi Batum’da geçirecektik ama otelle ilgili bir sorun çıkmış. Batum’u şöyle bir üstün körü gezip, akşam yemeğini yedikten sonra Hopa’ya geçtik. Geceyi Hopa’da geçirdik.



Karagöl'ün Sürprizi =)

Kahvaltıda Osman ile tanıştık. Gezimizin bundan sonraki bölümünde bize Osman ve yaveri Genç Sinan eşlik edecekti. Sinan'a "Genç" sıfatı takmamızın nedeni, KHBAG'da da bir adet Sinan'ımızın oluşuydu. KHBAG'lı Sinan yaşlı olduğu için, Endemic'li Sinan'a otomatikman "Genç Sinan" diyecektik. =) Bizi yayladan yaylaya ulaştıran, o yaylaların daracık, tozlu patikalarında ileri-geri demeden, adrenalinin kralını yaşatan Fiko'yu da anmadan geçemem. Hiç ummadığınız bir anda ellerinin üstünde yürümeye başlayan, konuşkan, güleryüzlü, şakacı Fiko olmasaydı, bu gezi biraz eksik olurdu. Fiko'ya da buradan selam. Osman, Alp ve Genç Sinan'a da!

Soldan Sağa: Fiko, Genç Sinan, Esra, Osman
Fiko: O Bir Fenomen !
Neyse efenim. Yaylalar turumuza Borçka Karagöl ile başladık. Meğer Karagöl'ü görmek her kula nasip olmazmış. Daha yoldayken, Murat kendinden emin bir şekilde, "Sis bulutu oluyor. Hiçbir şey görünmüyor. Yine öyle olur muhtemelen" diye ümitsizlik içinde konuşmuştu. Ama, Murat'ın atladığı bir husus vardı. Bu sefer KHBAG ile gidiyordu. KHABG şansı diye birşey vardı. Netekim, Karagöl bizi ağacıyla, yeşiliyle, gölüyle, çiçeğiyle, çadırıyla son derece cömert bir biçimde karşılamıştı. 

Foto: Ayşe Keskalan
F: Ayşe Keskalan
F: Ayşe Keskalan
Beyazsu Yaylası

Karagöl’den sonra, o yayla senin bu yayla benim gezdik durduk. Konakladığımız ilk yayla Beyazsu Yaylası idi. Yayladaki evimize yerleşmeden önce, civarda yürüdük. O gün tipik Karadeniz havası vardı. Sisten göz gözü görmüyorken, birden bulutlar aralanıyor, güneş yüzünü gösterdi diye sevinecekken, tekrar sis çöküyordu. Sisi, sisli manzaralı seven şahsımın bu durumdan hiç şikayeti yoktu. 

Foto: Ayşe Keskalan

Foto: Ayşe Keskalan

Burada bir ailenin yayla evinde kaldık. Akşam yemeğine kadar bazı arkadaşlarımız kitap okumaya niyetlenerek camın önüne oturdular. 

Foto: Ayşe Keskalan
Fakat camın ışığı o kadar güzeldi ki, neredeyse hepimiz sırayla o camda onlarca fotoğraf çektik, çektirdik. Arkadaşların kitap okuma niyeti yalan oldu tabi =D

Foto: Ayşe Keskalan


Akşam yemeğinden sonra “vampir”, “aşağı yukarı”, “tabu” gibi oyunlarla şen şakrak vakit geçirdik. Uykumuz gelince, oda sayısı fazla olmadığından, 4 kız bir odada, ranzalı yataklarda kaldık. Kızlar yurdu havasında geceyi geçirmek hepimizin hoşuna gitti. Odada yanan sobanın çıtırtıları eşliğinde biraz kikirdedikten sonra, uyuyakalmışız. 


Foto: Patronmurat

Ertesi sabah bağzı arkadaşlarımız zorlu bir trekkinge doğru adımlarını atarken, benim de dahil olduğum bağzı tembel demeyelim de, ne diyelim, “o gün içinden yürümek gelmemiş” arkadaşlar diyelim, evet evet böyle diyelim, Fiko ile yeşilin binbir tonu arasında bir o tarafa bir bu tarafa baka baka Borçka merkeze indik. Biz o gün gayet aktivitesiz, yemeli içmeli bir gün geçirirken, yürüyen arkadaşlarımız Osman tarafından 40 dolambaç diye kandırılarak, aslında 150 bin milyon tane dolambacı olan bir rotayla boğuşmuşlar gün boyu. 

Foto: Patronmurat
Lekoben Yaylası

Ehl-i keyif ekibi olarak, erkenden Lekoben Yaylası’nda konaklayacağımız bungalovlara geldik, şömine karşısında sobada demlenmiş çaylarımızı yudumlayıp, yine sobada kavurduğumuz fındıkları yiyerek akşamı ettik. 

F: Ayşe Keskalan
Yürüyüş ekibinin her birinin gelişlerini görmeliydiniz. Duşunu alan, şömineli odaya gelip kendini en yakın ve boş sedirin üstüne attı. Yemeğe kadar oldukları yerde yığılıp öylece kaldılar. Akşam yemeği ile biraz kendilerine geldiler. Yemekten sonra kısa süren bir gece yürüyüşü yaptık. Yıldız dolu gökyüzünü izledik. Bir yıldızın kaydığını gören şahsım, sevinçten çığlık atarak ortalığı birbirine kattım. Çığlığıma ayılar gelir diye korkan gece yürüyüşçüleriyle beraber telaşlı adımlarla bungalovlarımıza gittik. 

Ertesi sabah, erken uyananlarla beraber –ki onların çoğu, bir önceki gün yürüyüşe gitmeyenlerdi- güneşi selamladık. Tibet’in gençlik pınarı hareketlerini yaptık. Güneşi selamlama seanslarımıza uyanan yürüyüşçüler nedense bize tuhaf tuhaf baktılar. 

Foto: Nihan Moralı
Saime Tepesi ve Fındıklı Yaylası

Saime Tepesi'ndeki manzarayı anlatmaya kelimeler yetmez. Görmek lazım. Kaç kare fotoğraf çekmiş ve çekinmişizdir tahmin edemiyorum. Bizler fotoğrafla meşgulken, yayla halkının gelmesiyle ortalık şenlik alanına döndü. Horonlar tepildi. Türküler söylendi. 

Foto: Alp Demirkaya/Endemic

Foto: Ayşe Keskalan

Foto: Esra Taner
Kısa bir yürüyüşün ardından karşımıza çıkan gölün soğuk sularına attık kendimizi Esra, Özlem, Murat, Patron ve ben. Yaklaşık 12 derece suda kulaç attık. Göle yansıyan KHBAG fotoğrafları çekindik. 

Foto:KHBAG
Foto: KHBAG
Yeniden yürümeye başladık. Yürüdük, yürüdük, yürüdük. Yürürken enerjimiz azalmasın diyerekten yol kenarındaki "morsi"lerden yedik bol bol. 

Foto: Nihan Moralı

Derken, Fındık Yaylası’na ulaştık. Burada bir yayla evinde öğle yemeği yedik. Burası artık bizim için Fındık Yaylası değildi. Kaymaklı, Armut Pekmezli, Örgü Peynirli Fındık Yaylası’ydı. 
Foto: KHBAG
Karnımızı tıka basa doyurduktan sonra manzaralı bir yer bulup, yediklerimizi hazmedelim diye biraz dinlendik. 

Foto:Patronmurat
Efeler Köyü 

Sonra biraz daha yürüdük. Fiko bizi geceyi geçireceğimiz Efeler Köyü’ndeki Dedaena Pansiyon’a getirdi. Burası, orman denizinin içinde bir pansiyon. Odanızın penceresinden baktığınızda göz alabildiğine yeşilden başka bir şey görmek mümkün değil. Yine de, o zamana kadar kaldığımız yayla evlerinin yerini ne bu pansiyon ne de başkası tutmaz dedik ekip olarak. Burası epeyce turistik bir işletmeydi. Akşam yemeğinden sonra Fiko bizi Genç Sinan'ın evine götürdü. Burada, Patron’un Batum’dan aldığı çaçaları gömdük. Sohbet muhabbet derken, pansiyona doğru yola koyulduk. 

F: Ayşe Keskalan
Rengarenk İremit Mahallesi Camii & Maral Şelalesi 

Ertesi sabah, yolumuz Maral Köyündeki İremit Mahallesi Camiine düştü. Caminin içindeki rengarenk ahşap işlemeler görülmeye değer. 



 

















Cami ziyaretinden sonra doğru Maral Şelalesine gittik. Şelaleye gidiş birazcık zorlu. 

Foto: Patronmurat

Ama, o zorluğa katlandığınıza değiyor. 



Şelalenin sularında serinledikten sonra, öğle yemeği için Greenroof Otel’e gittik. Karnımızı doyurup, çaylarımızı alıp dışarı çıktık. Sıra, yemyeşil orman manzarasının karşısında ruhumuzu doyurmaya gelmişti. 

Foto: Esra Taner
Ruhumuzun manzaraya doyacağı yoktu. Osman, "hadi" demese, akşama kadar orada otururduk biz. Neyse ki Osman KHBAG'lıyı harekete geçirecek sihirli sözcüklerin neler olduğunu öğrenmişti çoktan. "Derede yüzmeye gidiyoruz. Haydi" dediği an, KHBAG minibüse doluşmaya başlamıştı bile. Şelalenin buz gibi suyundan sonra derenin suyu hamam suyu gibi geldi neredeyse.

Foto: Esra Taner
Burada da epeyce yüzdükten sonra yine Dedeana’ya doğru yola koyulduk.
Önce biraz yürüdük. Yürürken yolumuza çıkan tavukları elimizle nasıl besleyeceğimizi öğretti Osman. 


Yoldaki bir evin bahçesinde gördüğüm aşık ağaçlar ise beni benden aldı. 



Pansiyona geldiğimizde, yemekten önce, açık havada sohbet edip birşeyler içmek istedik. Ancak, Dedeana’nın en büyük eksikliği, açık havada oturabileceğimiz bir mekanının olmayışıydı. KHBAG yılar mı? Yılmaz! Gözümüze pansiyonun girişindeki balkon-terasvari yeri kestirdik. Biralarımızı alıp, güneş batışını orada izledik. Bizden keyiflisi yoktu valla! Ta ki, terasın ait olduğu odada kalacak misafirler gelene kadar. Onlar gelince bizi şutladılar. Olsun. Zaten yemek vakti gelmişti. Artvin’deki son gecemizdi. 

Huzurlu Ayaklar :)

2 yorum:

  1. Ayşem, keyifle okudum. ne güzel aktarmışsın, tekrar yaşadım orayı resmen kalbim hızlandı okurken. özledim yine yeniden....

    Resuuuuuul!

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Unutulmayacaklardan oldu Esra'm. Sayende. Asıl sana teşekkür ederiz, böyle güzel bir tatil yaşamamıza vesile olduğun için. Seneye yine oralardayız di mi ;)

      Resuuuuuuuuuuuulllllllllll !!!!

      Sil