16 Şubat 2012 Perşembe

ÖNÜ YAŞ, ARKASI TAŞ: KAŞ


Şimdi evli bir çift olan en sevdiği iki arkadaşım, flört ederlerken, balayını geçirmek için ve daha sonrasında defalarca Kaş’a gittiklerinde, “Ne kadar güzel olursa olsun her yıl aynı yerde tatil yapılır mı” diye düşünmüştüm. Yeni yerler görmek lazımdı. Ama ne demişler, “Büyük lokma ye, büyük konuşma.” 
Sıcak bir yaz günü, iş yerinde bir tur operatörünün kataloğunu incelerken ve “nereye gitsem, nereye gitsem” diye düşünürken, Kaş’ın olduğu sayfada takıldım kaldım. Öğle tatilinde kendimi tur operatörünün ofisinde Kaş’taki bir otel için rezervasyon yaptırırken buldum. Çukurbağ Yarımadasındaki “Aqua Park” otel, Kaş’taki ilk tatilimi geçireceğim yerdi. Daha Kaş’a ayak basmadan, Kalkan – Kaş arasındaki yol boyunca otobüsün camına yapışıp, nefes kesen manzaradan gözlerimi ayıramazken, Kaş virüsü habersizce kanıma girmişti.  
Yarımadanın en ucundaki, bir Yunan adası olan Meis’in burnunun dibindeki Aqua Park Oteli’nin manzarası, odaları, temizliği, yemekleri, hizmeti güzel ve kaliteliydi. 
Aqua Park Otel. (Kendi web sitesinden alınmıştır.)
 
 Tek sorun, otelin denizinden yararlanamayışımızdı. Otelde sadece gittiğim ilk gün öğlene kadar denize girebildim. Dalgaların boyu ve sıklığı arttıkça, trafik uyarı levhaları gibi uyarılar gelmeye başladı. Yeşil levhayı fark etmemiştim aslında, taa ki görevliler “denize girmek tehlikeli olabilir” anlamına gelen sarı levhayı plaja koyana kadar. Kısa bir süre sonra sarı levha kırmızıya dönüştü. Artık “denize girmek tehlikeli ve yasaktı.” Çaresiz, deniz suyuyla doldurulmuş havuzda geçirdik o günümüzü. Sonraki günler Kaş merkezdeki Küçük Çakıl Plajına gittik yüzmeye.

                                 
Deniz bu kadar dalgalı olunca, o çok heves ettiğimiz Simena Tekne Turu’na katılıp katılmama konusunda kararsız kalmıştık. Her akşam, turdan dönenlere soruyorduk “Nasıldı ? Nasıldı ? Deniz yine dalgalı mıydı ? Yüzebildiniz mi?” diye. Aldığımız olumlu yanıtlardan cesaret aldık ve bir sabah kendimizi teknede bulduk. Akşamüzeri dönüşe geçene kadar her şey yolundaydı. Güneşlendik, denize girdik. Lakin, dönüş yolunda denizin ortasında fırtınaya yakalandık. Rüzgar ve dalga elele verip ortamı gerilim filmi havasına sokmuştu. Ben üst katta eğleniyordum aslında, sadece yüzümde rüzgardan dolayı oluşan kırışık ve çatlaklar geçmezse diye endişeye kapılmıştım. Ancak yol arkadaşlarım benim kadar eğlenmemişlerdi, iki katlı teknemizin ikinci katının yüksekliğini de aşan, birinci katın her yerini suyla yıkayan dalgalar onları ağlatacak kadar ürkütmüştü. 



 Bu korku dolu tekne turu sanırım onlar için bardağı taşıran son damla olmuştu. Tatil arkadaşlarım hastalık bahanesiyle tatillerini kısaltıp Ankara’ya dönünce, bana kafama göre geçirebileceğim iki koca gün kalmıştı. İlk gün, Saklıkent turuna çıktım. Yaklaşık 15 km uzunluğunda, insana ayaklarının varlığını unutturacak denli soğuk suların aktığı kanyonda, çığlıklar atarak yürümeye çalışan insanları, kanyon girişinde satılan naylon patiklerin ayağıma küçük gelmesinden dolayı verdiği rahatsızlığı, Kanyon içinde sulardan dolayı kayganlaşmış taşların üzerinde yürümeye çalışırken, her sendelediğimizde imdadımıza koşan rehberimizin gayretlerini, kendimi Indiana Jones filmindeymiş gibi hissettiğimi, Kanyon’da verdiğimiz zorlu mücadelenin ardından bir ödül gibi gelen, çayın üzerindeki restoranlardan birinde yediğimiz yemeği unutamam.

Aynı gün içinde Saklıkent Kanyonunun serin sularından, Xanthos antik kentinin çöl sıcağına keskin bir geçiş yapmıştık. Kavurucu öğle güneşinin altında, antik çağda Likya’ya başkentlik yapan, kaya mezarlarının, lahit mezarlarının, akropol ve kilisenin bulunduğu kenti elimizden geldiğince hakkını vererek gezmeye çalışmıştık.  Pers ordusunun saldırılarına karşı koyamayan Xanthoslular, bir kaleye doluşurlar ve kendilerini ateşe verirler yani toplu halde intihar ederler onurları için. Rehberimizin anlattığı bu hikaye hepimizi etkilemişti, bu nedenle sıcaktan şikayet etmeye utanarak kenti adım adım gezmiştik.
 Kaş’a ilk geldiğimde kanıma giren virüs, ikinci tatilde etkin hale gelmişti. Artık yılda en az bir kez Kaş’a gitmezsem huzur bulamıyorum. Ancak yarımadadaki otellerde konaklamaktan kaçınıyorum. Çünkü hem merkeze uzak hem de aşırı sakin. Akşamları meydanda oynayan çocukları ve köpekleri izlemeyi, Uzun Çarşı’daki dükkanlara girip çıkmak varken, yarımadadaki otellerde her gece yıldızlı gökyüzünü izlemek nereye kadar, değil mi ?  Ama oradaki denizde yüzmenin keyfi de apayrı. Böyle yaman bir çelişki işte. En güzeli ya arabayla gitmek ya da orada araba kiralamak. Böylelikle yarımadadan merkeze ulaşmak kolaylaşıveriyor. Gerçi düzenli dolmuş seferleri var ama kim uğraşacak dolmuşla minibüsle. Uzunca bir süre, Aqua Princess Otel’de kaldım. 

Aqua Princess Otel. (Otelin kendi web sitesinden alınmıştır)
Burası, Küçük Çakıl Plajı’nın olduğu sokağın en sonundaki otel. Kendi plajı var. Tercihinize göre oda kahvaltı ya da yarım pansiyon hizmet veriyor. Ön cephedeki odaların ve restoranının manzarası, ömre ömür katacak güzellikte. Sabah kahvaltısı ve akşam yemekleri açık büfe. Açık büfe dediysem, o beş yıldızlı otel/tatil köylerindeki gibi tabağın tepeleme doldurulduğu, sonra da yenmeyip çöpe atıldığı cinsten değil. Çeşit az ama hepsi son derece lezzetli ve temiz. Odalar da gayet temiz ve ferah. Aqua Princess’in bir de kardeş oteli var yarımadada, Aquarius. Orada hiç kalmadım, sadece plajına gittim. Her gün iki otel arasında servis var. Aquarius’un denizi gerçek bir akvaryum gibi. Yüzerken kendinizi bir anda milyonlarca balıktan oluşan bir sürünün içinde buluyorsunuz ve çıldırıyorsunuz.                                  

Aquarius Otel. (Otelin kendi web sitesinden)
Aquarius Otel. (Otelin kendi web sitesinden)

Medusa Otel de Aqua Princess’in yanıbaşında. Odaların dekorasyonu, manzarası, kahvaltısı, plajı her şeyi dört dörtlük. Kaliteden ödün vermeden, daha uygun fiyatlı bir yerde konaklamak isterseniz, Otel Begonvil’i öneririm gözüm kapalı. Tertemiz odaları, sakin ve huzurlu ortamı, lezzetli kahvaltısı, güler yüzlü sahipleri ile Otel Begonvil vazgeçilmeziniz olabilir rahatlıkla. Bu otellerde kendim kalmış olduğum için rahatlıkla önerebiliyorum ama tabi bunların dışında her bütçeye uygun otel ve pansiyon bulabilirsiniz Kaş’ta.
Aqua Princess (Fotoğraf otelin kendi web sayfasından alınmıştır)
Medusa Otel (Fotoğraf otelin kendi web sayfasından alınmıştır)

Medusa Otel (Fotoğraf otelin kendi web sayfasından alınmıştır)
Manzarası, denizi, güneşi ve havasının güzelliği bir yana, spor-sanat-kültür içerikli aktiviteler açısından yapılacakların bolluğu, insanın canının sıkılmasına fırsat vermiyor Kaş’ta. Yüzmek için ideal çünkü, denizini rengiyle ve temizliğiyle tek geçerim. Küçük Çakıl’da yüzerken bile altınızdan sürüyle balık geçtiğini görebilirsiniz. Bir de benim için en önemli unsur, denizde terör yaratan jet-skicilerin olmayışı. Onların olduğu bir denizde yüzerken tedirgin oluyorum, zaten jet-skicilerin olduğu yerlerde belli bir yerden sonra denize ip geriyorlar ve o ipten öteye yüzemiyorsunuz. Kısacık bir mesafede akvaryumdaki balık misali gidip gidip gelmek zorunda kalıyorsunuz. Bense, yüzerken açılmaktan hoşlanıyorum, denizde yüzdüğümü hissetmek istiyorum. Jet – skicilerin yarattığı teröre de sinir oluyorum. Neyse ki henüz Kaş’ta bu terör yok ve umarım olmaz da.
Küçük Çakıl Plajı


Küçük Çakıl Plajı
 Küçük Çakıl Plajı boyunca sıra sıra oteller var. Bazı otellerin kendi plajları var, bir de herkese açık plajlar var. “Derya Beach” ve “Çınarlar Beach” gibi. Derya’nın konumu daha iyi bana göre, çünkü deniz çok dalgalıyken bile orada rahatça denize girilebiliyor. Çınarlar’ın ise yemekleri daha lezzetli. Orada yediğim tavuk sotenin tadını başka hiçbir yerde bulamadım. 2007 yılının yazıydı Çınarlar’da ilk kez tavuk sote yediğim tarih. Sonra hemen hemen her gün öğle yemeği zamanı gelince “Ben tavuk sote yicem” diye tutturdum. 2008 yazında, geldiğimin ilk günü koştura koştura Çınarlar’a gittim “tavuk sote yicem” diye. Ama acı haber beni bekliyordu, mönüden çıkartmışlardı tavuk soteyi. Büyük bir hayal kırıklığına uğradığımı görünce, halime acıyan garson, ahçıdan rica etti de, benim için özel pişirilen o meşhur tavuk soteyi yiyebildim tekrar. Çınarlar Beach deyince, Tarçın’dan söz etmeden geçemeyeceğim. Kedilerle aram iyi değildi benim taa ki Kaş’a gidene kadar. Tarçın ile Çınarlar’da öğle yemeği yerken tanıştım. Yavruydu tabi o zamanlar, ama nasıl şeker, nasıl sevimli bir şey anlatamam. Masadan masaya atlıyor, sandalyelerin üzerine çıkıyor. Derken bizim masadaki sandalyelerden birine geldi tünedi önce. Uzaktan severken ben onu, “ah canııım, ne şekersin, pek tatlısın şöylesin böylesin” derken, geldi kucağıma oturdu. Önce bir irkildim, ne yapacağımı bilemedim, elimi kolumu ne yapacağımı şaşırdım sonra yavaş yavaş dokunmaya, sevmeye başladım. Tarçın’la arkadaşlığımız  ve oyunlarımız plajda da devam etti. Ayran içtiğimiz bardakların pipetleriyle dakikalarca oynamıştı ve biz onu keyifle izlemiştik. Ertesi yıl gittiğimde tavuk soteden sonra aradığım ikinci şey Tarçın’dı ama tabi ya yoktu orada ya da büyüdüğü için ben onu tanıyamamıştım. Kedi demişken, Kaş'ın en çok neyi meşhurdur ? Kedileri ve kapıları. 





Eveeet, nerede kalmıştık, Kaş’ın denizi, plajları diyorduk. “Ben öyle havuza girer gibi, merdivenlerden denize girmek istemiyorum, bana ille de kumsal lazım” diyorsanız, buyurun sizi Limanağzı’na alalım. Kaş limanından her 15 dakikada bir kalkan küçük motorlarla 15-20 dakikalık kısa bir deniz yolculuğundan sonra vardığınız Limanağzı'nda kendinizi bir film karesinin ya da bir masal kitabının içinde sanabilirsiniz. Gidiş – dönüş 7.50 TL. Limanağzı’nda üç plaj var: Bilal’in Yeri, Nuri’nin Yeri ve Don Kişot. Bu plajların üçü de salaş mekanlar. Güzelliği ve özelliği de bu zaten. Ama bana Nuri’nin Yeri daha bir salaşmış gibi geldi. Bilal biraz daha uğraşmış, mavi beyaz boyamış filan. Yemek konusunda ise Nuri’nin yemekleri daha lezzetli bence. Bilal’in Yeri’nde de şöyle komik bir şey yaşadık: Öğlen acıkınca restoran kısmına gittik. Ne yiyelim diye sorduk Bilal Bey’e. Avcı böreğini tavsiye etti. Öyle övdü öyle övdü ki böreği, “Geçen sene Oli Rehn gelmişti. O bile bayıldı” deyince, meraktan birer tane sipariş ettik. Avcı böreği deyince hayalimde etli bir börek canlandırmıştım ama gele gele önümüze içinde kaşar peyniri olan sıradan bir börek gelmesin mi ? Neyse ne yapalım açlıktan indirdik tabi mideye.
Limanağzı. Bilal'in Yeri.
 Deniz deyince, Kaputaş Plajını es geçmek olmaz. Bu nasıl bir denizdir, o plaj o sarı kumlarıyla nasıl bir plajdır, anlatması zor, gitmek görmek lazım. Kaputaş, Kalkan ile Kaş arasında. Saklıkent turuna çıktığımızda, son durak Kaputaş’tı. Şimdilerde yanılmıyorsam Kalkan’a düzenlenen tekne turları var ve bu turlar kapsamında Kaputaş’a da uğranıyor. Hiçbiri olmazsa Kaş otogar’dan minibüsle de gidilebilir. Yalnız sabah saatlerinde gitmekte fayda var, zira öğleden sonra deniz kuduruyor, dalga manyağı yapıyor insanı.

Ve, nihayet 2011 yazında tanışma şerefine nail olabildiğim Büyük Çakıl. Her gidişimde “bu sefer mutlaka göreceğim” dediğim ama göremeden ayrıldığım, içimde ukte kalan plaj. Küçük Çakıl’dan yürüyerek de gidilebildiği söyleniyor, biz taksi ile gitmiştik ve 10 TL tutmuştu.

O kadar merak ettiğin bir şey hayal kırıklığıyla da sonuçlanabilir elbet. Büyük Çakıl hayal kırıklığına uğratmak şöyle dursun, harika bir tesadüf yaşattı. Yemek yediğimiz tesisi işleten aile, kızlarına Fidel adını vermişler. İlk duyduğumda inanamadım, annesine tekrarlattım Fidel’in ismini. Sonra, “Fidel ne demek” diye sordum anne Ülkü’ye. “Latince’de bağlılık, sadakat demek” dedi. “Nereden geldi aklına bu isim” dedim. “Fidel Castro’dan” dedi. Yeryüzünde çok ama çok sevdiğim iki yer, Kaş ve Küba, aradaki o kocaman mesafeye inat, bir şekilde birleşip karşıma çıkıverdiler. Bu duruma en güzel yorum ise tatil arkadaşım Neslihan’dan geldi: “Kaş’ta doğmuş, büyümüş, yaşamış ama içine dünyayı biriktirmiş bir anne.”

            Kaş ile ilgili “anlatmazsam olmaz” diyeceğim bir yer de Simena. Simena başka bir dünya, hatta başka bir gezegen. Başka bir boyut. Orada zaman durmuş. Akmıyor. Adımınızı attığınız an kendinizden, yaşadığınız hayattan, zamandan soyutlanıyorsunuz. Büyüleniyorsunuz. Kaleköy diye de biliniyor. Simena’ya karadan ulaşım yok. Kaş’tan her gün düzenlenen tekne turlarıyla ya da Üçağız’dan deniz yoluyla gidebilirsiniz.


                 İlk önceleri Kaş limandan kalkan tekne turlarına katılıyordum. Ancak daha sonra, Üçağız’a kadar minibüslerle gidilen, tekneye Üçağız’da binilen turlar düzenlenmeye başlandı. Ben bu turları tercih ediyorum çünkü, limandan kalkan tekneler çok kalabalık oluyorlar, yüksek sesli pop müzik dinletiyorlar. Minibüslü turlarda, tekneye belli sayıda yolcu alınıyor, müziğin sesi çok açılmıyor, Türkçe sözlü “eller havaya” diye tabir edilen pop müziğe maruz kalmıyorsunuz ve yemek ve ikramlar bol, lezzetli. 2011 yazında pazarlıkla kişi başı 45 TL vermiştik. Yüksek sezonda ise sanırım 60 TL’den başlıyor fiyatlar. Ama siz pazarlık edin yine de. Simena’ya gittiğinizde, üşenmeyin Kale’ye çıkın. Manzaraya bakın. Pişman olmayacaksınız. Kaleden indiğinizde kendinizi Ankh Cafe’nin şeftalili dondurmasıyla ödüllendirin. 





          Türk filmlerindeki çöl sahnelerinin çekildiği, bitmek bilmeyen kumsalıyla Patara plajı ve Patara Antik Kenti de görmeden dönülmemesi gereken yerlerden. Patara’nın denizi son derece sığ olduğu için yüzmek o kadar keyif vermiyor ama yine de hiç olmazsa bir kez görmek lazım. Kaş’ta yapılacak şeyler, görülecek yerler bitmiyor. Her yıl gitmeme karşın, hala Noel Baba’nın yurdu olan Demre’yi, Myra’yı, Letoon’u göremedim mesela. Ama olsun, acelem yok, yavaş yavaş keşfedeceğim Kaş’ı. Hemen bitirmek istemiyorum zaten.
            Yarımada yolunda bir “Yunus Parkı” vardı. Şimdi neyse ki kaldırmışlar bu parkı. Hayvancağızları doğal ortamlarından koparıp, küçücük havuzlara tıkmak, sonra da insanlara şirinlik yaptırmaya zorlamak ne kadar doğru ve ahlaklı bir davranış, şüpheli. Bir yunusla yüzmek benim için gerçekten muhteşem bir duyguydu ama yunusun bu konudaki hissiyatını da bilmek isterdim. Parktaki görevli, evcilleştirildikten sonra yunusların havuza alıştıklarını, mutsuz olmadıklarını, insanları sevdiklerini filan anlatmıştı. Ama pek ikna olmadım. İçim de hala rahat değil bu yunus parklarıyla ilgili olarak. 
            Sportif aktivite olarak kano yapabilirsiniz, kaya tırmanışı yapabilirsiniz, yamaç paraşütü yapabilirsiniz, dalış yapabilirsiniz.  Kaş zaten bir dalış cenneti, her ne kadar usta balıkadamlar Kaş’ın denizinin eski çeşitliliğini, zenginliğini yitirdiğinden dem vursalar da, dalış tekneleri hala tıklım tıklım ayrılıyorlar limandan.


                                                  
           Kano ve kayak tırmanışı yapmadım ama yamaç paraşütü yaptım. Ömrümde bir kez cesaret edebileceğim bir şeydi. Hilal’in yüreklendirmesi ve kararlı tutumu sayesinde Kaş semalarında bir kuş gibi uçmuşluğum da vardır. Şu “ölmeden önce yapılacaklar” listesi vardır ya hani. Yamaç paraşütü ya da oradaki ifadeyle “paragliding” Kaş’a gidip de yapmadan dönülmeyecek etkinliklerden biri.


Yeme içme konusunda da pek çok seçeneğiniz var. Meydanın arkasındaki Çınarlar Restoran’da pide yemenizi öneririm. Ben mantarlı-ıspanaklı yiyorum her seferinde ama kuşbaşılısı, beyaz peynirlisi de çok lezzetli. Kaş Belediye Spor’un çay bahçesinde oturup, göğü delen ağaçların altında mutlaka çay ya da adaçayı içiniz efenim. Balık içinse genelde Bahçe Balık, tercih edilen bir mekan. Aaaa, “Bi Lokma”dan bahsetmezsem olmaz. “Mama’s Kitchen” yani Bi Lokma, meydandan Küçük Çakıl’a çıkan yokuşun sol tarafında yer alıyor. Kaç sene olduğunu hatırlamıyorum ama 4-5 sene önce Kaş’a gittiğimde orası boştu. Yemyeşil bitkilerin arasındaki, beyaz badanalı duvarlarından fuşya renkli begonvillerin şelale misali taştığı binanın önünden her geçişimde “ne güzel bir yer, keşke burası benim olsa” diye iç geçirirdim. Ertesi yıl geldiğimde, oranın Ankara’lı bir anne kız tarafından restoran olarak işletildiğini duydum. Durur muyum, hemen gittim tabi. Canım ne zaman hafif bir şeyler yemek istese, soluğu orada alıyorum artık. Sebze yemekleri çok lezzetli ama, Bi Lokma’nın nesi meşhur derseniz mantısı, etli yaprak sarması, anne böreği derim. Yeme içme deyince, limanın dalış teknelerinin olduğu kısmın karşısında, yukarı doğru çıkan bir ara yol vardır. O ara yol sizi Sahil Çay Bahçesine götürür. Sahil Çay Bahçesi demek nefis ötesi menemen, nefis ötesi şakşuka demektir. Pakize Ablamın ailesiyle birlikte işlettiği tesiste isterseniz çardaklardaki salaş minderlerde, isterseniz merdivenle inilen aşağıdaki plajda yayılabilirsiniz. Servis biraz yavaş ama beklediğinize değiyor. En son gidişimde Pakize Abla elleriyle nar soyup ikram etmişti. Tadı hala damağımda.



                Kaş'ta yaşamanız gereken bir şey de, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı kutlamaları olmalı. Aynı   zamanda sezonun kapanışını da yaptıkları kutlamada, akşam olunca bütün restoranlar meydana masalarını çıkarıyorlar. Öğleden sonra gidip istediğiniz masaya rezervasyon yaptırıyorsunuz. Akşam olunca masanıza oturuyorsunuz, servis başlıyor. 2010 yılında kişi başı 50 TL ödemiştik. Mahalle düğün salonlarında çalan gruplar tadında da olsa canlı müzik var. Gecenin ilerleyen saatlerinde, alkolün de etkisiyle her milletten insan kaynaşıyor ve bilse de bilmese de şarkılara eşlik ediyor, dansediyor.  Eğlenceyi size tarif etmem olanaksız. Arkadaşım bu durumu "diyonizyak esrime" diye tanımlamıştı. O geceye hiiiiiç unutmadığım olay ise, Kaş'ın artık Belediye Başkanı mıydı, kimdi bilmiyorum tam titrini ama üst düzey bir kamu görevlisi diye geçiştireyim, Onuncu Yıl Marşını baştan sonra İngilizce olarak okudu ve yurtdışından insanların sırf Kaş'taki Cumhuriyet Bayramı kutlamaları için kalkıp geldiklerini iddia etti. Artık alkolün etkisiyle mi bu kadar coşmuştu yoksa tamamen milli duygulardan dolayı mı bu kadar galeyena gelmişti orasını bilemedim. Ama, mutlaka ama mutlaka bir kere Kaş'ta bir Cumhuriyet Bayramı kutlamasına katılın derim naçizane.



             Kaş, yaz yaz bitmez. En iyisi sizin gidip kendi anılarınızı biriktirmeniz.
Biraz daha fotoğrafa ne dersiniz ?

Yarımada'da "Hidayetin Koyu".


Küçükçakıl'dan Kaş Limanı


Meis Adası


Yarımada'da günbatımı



10 yorum:

  1. bitanesiiiiiiiiiiiiiiiii
    canım çektiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiii
    namnamnamnamnamnam

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. sorma benim de benimde... bu yaz hem bodrum hem kaş yapalım mı ;)

      Sil
  2. KAŞ ta deniz keyfi yapmak zor..genelde otelin havuzuna kalıyor insan..o yüzden sadece bir kere tatilimi orada geçirdim..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. ben her yıl giderim. gitmediğimde özlerim. deniz keyfi demek, benim için Kaş demek. bir de Datça'da Kargı Koyu'nu tek geçerim. =)

      Sil
  3. kaş harika ama senin objektifinden de bir başka derinlerin balığı. bakalım bir daha ne zaman yolum düşecek, her 10 yılda bir ancak gidebildiğimden :))

    YanıtlaSil
  4. Yaaaaa 10 yılda bir olmasın Nil, daha sık gitmeli, daha sık. Kaş ihmale gelmez ;) =)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. bence dee :) kuzucum niye begonvil fotosu yok burada hadi bakalım :))

      Sil
    2. Eeeeee.......... Şeyyyyyy......hık....mık...kem küm....yok mu hakkaten yaw ? vardır da biz göremiyoruzdur belki... matrixsel bişiydir =P
      =D

      Sil
  5. Keyifle okuduğum yazılarınızla Kaş'a olan hasretim bir kat daha artmış oldu. Umarım bayram tatilinde Kaş'a kavuşur tavsiye ettiğiniz mekanları da keşfetmiş olurum.

    Emeğinize ve yüreğinize sağlık.

    Saygılarımla.

    Hüseyin AVCI

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hüseyin Bey,

      Umarım tez zamanda kavuşursunuz Kaş'a.
      Çok teşekkür ediyorum.
      Selamlar, saygılar ben de.
      Ayşe.

      =)

      Sil