(Aman Puhu Guşu Yühsehlerden Seslenir Fotoğraf Atelyesi Gezisi)
Tanıştıktan kısa bir süre sonra, İlker arkadaşımızın başının etinin yemeye başladık. "İlker bizi Sinop'a götür" diye. Kendiniz gidemiyor musunuz niye ille İlker'in başının etini yediniz diyeceksiniz. Çünkü İlker, çeşitli zamanlarda Sinop'a gitmiş, çok güzel fotoğraflar çekmiş, özellikle uzun pozlamalarıyla aklımızı başımızdan almayı başarmış bir arkadaşımızdır. Başımızda hem Sinop'tan, hem uzun pozlamadan anlayan biri olursa kendimizi daha bir güvende hissederiz dedik Neslihan'la. Yaklaşık bir yıl süren yalvarma, yakarma çabalarımız meyvesini verdi, İlker bizden yıldı ve "Hadi" dedi, "5-6 Ocak'ta gidiyoruz." İkiletir miyiz ? Asla. Kar kış uyarılarına rağmen, 4 Ocak 2013 Cuma gecesi Sinop'a giden otobüsteki koltuklarımıza yerleşmiştik
Neslihan, Yeşim, İlker ve bendeniz.
Cumartesi sabaha karşı vardık Sinop'a. İlk durağımız otel oldu. Melia Kasım Oteli. Yol yorgunuyuz hadi önce uyuyalım dedik biz ama, su uyurmuş İlker uyumazmış arkadaş. Biz tosur tosur uyurken, sen git ışığı kontrol et, Kuzey'de ışık ve dalga nasıl, Güney'de nasıl. Uzun pozlamalar yap bizden habersiz. Neyse. Rehberimizdir, hatta sonradan kurduğumuz atelyemizin eğitmenidir dedik sesimizi çıkarmadık. Neden sonra arkadaşımızın aklına gelebilmişiz de, bizi aramış, neymiş efendim, sahildeki kahvede oturmuş çay içiyormuşmuş. Hemmen damladık tabi yanına. Simit-poğaça-çay şeklindeki kahvaltımızın ardından önce Sinop Cezaevini'ni görmek istedik biz kızlar olaraktan. İlker daha önceki gelişlerinde görmüş olduğu için pek hevesli değildi, "İyi öyle bir bakar, çıkarız. Sonra da şuraya gideriz bunu yaparız onu ederiz" diye iştahlı iştahlı program yaptı bize fekat heyhaaaat, gittiğimiz yere çakılıp kalan, bir türlü ayrılamayan türden olduğumuzu bilmiyordu tabi ki garibim İlker. "Gelmişken oraya da bakalım. Bi daha ne zaman gelicez yaaa, şuraya da çıkalım. Orada ne varmış acaba" diye diye biz oradan oraya hoplayıp zıplayıp gezerken, fotoğraflar çekerken saatler geçip gitmişti =D
Karınlar zil çalmıştı. Sahildeki Saray Restoranına zor attık kendimizi. Normalde öğle yemekleri nasıl yenir. Siparişini verirsin, yemeğin gelince yer, bitirince kalkarsın di mi ? Biz tabi Angara'nın bağrından kopmuş gelmiş, denize hasret, taze balığa hele de yanında rakı ve muhabbete doyamayan dört insan evladı olmamızdan dolayı, bir kez daha oturduğumuz yerde kaldık. Amanın gelsin hamsi kuşları, gitsin salatalar, dolsun kadehler, bitmesin muhabbetler derken oradan kalkmamız akşamı buldu. Olsun. E fotoğraf çekeceğidik ? E çekeriz daha =D
Saray Restoran'ımız =) |
Sonra biraz yürüyüş yapalım yediklerimizi eritelim diyerekten limanın etrafında yürüdük. Mahallenin çocukları da takıldı bizimle beraber. Makinelerimizi aldılar fotoğraflarımızı çektiler. Epeyce eğlendiler.
Sonra efendim, alışkanlığımızı bozmayalım dedik ve bir bar bulup çöktük. Bu kez bira patates kızartması yaptık. Şimdi yeme içme deyip geçmemek lazım. İnsanın zihnini açıyor, yaratıcılığını şahlandırıyor. İçerken de, fotoğraf çekmek amacıyla gezinirken de ne yaratıcı fikirler, ne yaratıcı atelye başlıkları bulduk, duysanız şaşarsınız =D İlker, "Aman Puhu Guşu Yühsehlerden Seslenir" adlı bir atelye kurduğunu, bizlerin de o atelyenin ilk katılımcıları olduğumuzu müjdeledi. Bizler de bu müjdeyi adeta birer bayram sevinciyle karşıladık. Yalnız, İlker biraz seçici ve titiz bir eğitmen. Öyle herkesi atelyesine alma taraftarı değil. Bir kere katılımcı adaylarından 15 fotoğraftan oluşan bir portfolyo, yanı sıra bir de atelyeye ne amaçla katıldığını anlatan niyet mektubu istiyor. O gece biraz gece fotoğrafı çekelim dedik. Bendeniz pek başarılı olamadı. Teknik birtakım eksiklerim su yüzüne çıktı. Eğitmenime gün doğdu, epeyce dalda geçti benimle. Dalga geçene kadar, gel eksiklerimi anlat di mi ! Nerdeeeee... Bir kere düşmeye gör, en yakınım dediklerin bile basıyor tekmeyi, tekme basmasa bile kahkayı basıyor ki, bu da insanın içini ezmeye yeten bir durum. Az daha atelyeden atılıyordum. Şimdilik paçayı kurtarmış görünüyorum.
Sinop demek merkez demek, liman demek değil tabi. Gezilecek görülecek yerleri de var Hamsilos Koyu gibi, İnceburun gibi. Dedik "nasıl gezeriz buraları ?" İlker dedi ki, "otel resepsiyonuna bir soralım, önerileri var mıdır diye." Resepsiyondaki görevli birini ayarladı bizim için. Bir taksi geldi bizi almaya ertesi sabah. Bindik taksiye önce İnceburun. Türkiye'nin en kuzey ucu. Fotoğraflarımızı çektik.
Sonra Akliman. Burada taksisiyle bizi gezdiren Ziya Bey, Akliman'daki park gibi bir tesiste bize sobada demlenmiş çay ısmarladı.
Akliman |
Akliman |
Akliman |
Akliman |
Çaylarla içimizi ısıttıktan sonra, çay ikram eden tesisin çalışanı bizi "Hamamönü" diye geçen, Amazonların yüzüp yıkandıkları bir yere götürdü.
Hamamönü |
Hamamönü |
Hamamönü'ne doğru yürürken bize eşlik eden gökkuşağı =) |
Son durağımız, Norveç'in fiyordlarını andıran "Hamsilos Koyu" idi.
Burada da fotoğraflarımızı çektikten sonra, Ziya Bey "Sinop'u bir de kuşbakışı görün. Sizi Şahin Tepesi'ne de çıkarayım" dedi. Kuşbakışı fotoğraflarımızı da çektikten sonra, alışkanlıklarımızdan ödün vermeden, kendimizi yine Saray'a attık. Aynı menüyü, aynı iştahla, aynı keyifle mideye indirdik. Tabi biz kalkana kadar hava yine kararmış akşam olmuştu. Sahilden otelimize doğru yürürken sol tarafta güzel bir bahçe içinde, böyle eski zamanlardan kalma çok güzel taş bir bina var. İlker'e sordum "burası ne" diye. İlker'in yüzü bi değişti. Hüzün çöktü. Gözleri doldu. "Nooldu İlker" dedik hep bir ağızdan. İlker, konuşup konuşmama konusunda kısa bir tereddüt yaşadı ilkin. Sonra ağır ağır cümleler ağzından dökülmeye başladı. Meğersem İlker bu mekana gitmiş, kapıdan çevrilmiş, "Üye olmayan giremez" demişler. Neslihan, Yeşim ve ben, baktık ki mekana girememek İlker'in içinde ukte kalmış. Kıyamadık. Dedik ki, "Gel la İlker şansımızı bi daaa deneyek. Üç hatunu görünce üyelik müyelik aramazlar belki. Misafirperverlikleri tutar. Şansımızı deneyelim." Üç hatun + İlker, dayandık gizli şehir kulübünün kapısına. Kapı açıldı. İlker olanca kibarlığıyla "Eee şeey acaba içeri girmek için üye olmak mı gerekiyor" diye sordu. Kapıdaki ızbandut gözlerini kısarak bizi şöyle bir süzdükten sonra, gayet kısa ve net bir tavırla "buyrun" dedi. Girdik içeriye, kahvehane tadında bir mekan. Ama kumarhane havası da var. Oturduk bir masaya. Salep ve çay sipariş ettik. Arka masadaki Okey tahtalarını görünce canım okey oynamak istedi birden. Bir tek İlker muhalefet etti okey oynama talebime, o da azınlıkta olduğu için mecburen oynadı =D
"Okey oynıycaz" deyince bizi nedense bir odanın içine aldılar. Anlam veremedikse de itiraz da edemedik. Kuzu kuzu girdik odaya. Kapıyı da üstümüzden kapadılar. Meğersem ekipteki kimse bir okey kurdu, üstadı değilmiş. Taşları dizdik, okeyi belirleyecek taşı açtık, tam Yeşim "Okey bunun bi fazlası olan mıydı" diye sorarken garson içeri girmesin mi elinde salepler ve çayla. Bizim ekibin karizma yerlerde tabi. Ben taş dağıtımını bile bilmediğimi itiraf ettim. Zaten olay, tarafımdan hazırlanan puan tablosuyla iyice kara mizahlık bir hal almıştı bile. Canım ne var, sayıdan düşmeyi sevmem ben, her zaman için (+) (-) diye gitmek daha mantıklı gelmiştir. Allah Allaaaaaahhh. Yeşim ve benden oluşan "AY" takımı, İlker ve Neslihan'dan oluşan "İN" takımını yendik =D
Neyse efenim okey hasretimizi giderdikten sonra bira içme niyetiyle gizli şehir kulübünden ayrılıp bir bara gittik. Lakin o gece yola çıkacak oluşumuzdan dolayı hiçbirimiz bira içmeye cesaret edemedik. Patates kızartması baki kaldı, eşlikçi olarak herbirimiz çay söyledik.
Sonra ayrılık vakti geldi çattı. Otobüslerimize bindik. Her gidip de beğendiğimiz yerden dönerken kendi kendimize verdiğimiz -şimdiye dek tutamadığımız- "Ayyy buraya bir daha geleliiiiiiiim" sözünü yineledik. Uzun lafın kısası, keyifli bir haftasonu kaçamağı oldu Sinop.
burnum sızlaya sızlaya okudum, baktım fotoğraflara... içime çektim memleket havasını...
YanıtlaSilne iyi ettiniz gitmekle, Nes'e de yazdım, ben oradayken de birgün mutlaka..
hele bi Akgöl varkiiii, aklınız başınızdan gider...
lütfen birlikte olsun bir kez de...