24 Eylül 2014 Çarşamba

TURİST GİTTİM KARADENİZLİ DÖNDÜM -II-


Artvin'e veda edip, Rize'ye doğru yola koyulduk. Yolda, Osman'ın dedesini ziyaret etmek için kısa bir mola verdik. Osman'ın dedesi, belgeselde oynamış, yöre türküleri söylemiş, TV'a çıkmış meşhur bir kişi. Bizi de kırmıyor ve güzel sesiyle, güler yüzüyle türkü söylüyor. 



Öğle yemeğimizi Çamlıhemşin’deki Çinçiva Kafe’de yedik. 


Foto: KHBAG

Foto: Esra Taner
"Yüreğine Sor" filminden tanıdığımız Çinçiva Köprüsü'nü fotoğrafladık. 


Yemekten sonra Zilkale’yi gezdik. 

Foto: Esra Taner

Akşama doğru, düşler yaylası Gito’daydık. 

Foto:Ayşe Keskalan

Foto: Ayşe Keskalan

Koçira Pansiyona vardığımızda, gözüm ne valizleri, ne odalara yerleşmeyi gördü. Pansiyonun girişindeki salıncak beni kendine çekti. Dakikalarca bulutlara nazır o salıncakta sallandım. Pansiyonun sahiplerinden biri beni uyardı: “Arkadaşlarınız odalarını seçiyorlar” diye. Umurumda bile değildi. “Oda arkadaşım halleder” diye yanıtladım, sallanmaya devam ettim. 

Foto:Patronmurat

Foto:Patronmurat
Nihan beni yanıltmamıştı. Pansiyonun en güzel odalarından birinde kalacaktık. 

Foto: Ayşe Keskalan

Yerleşir yerleşmez, Koçira’nın tanımlamaya dağarcığımdaki sözcüklerin yetmeyeceği, “şahane” “harika” “muhteşem” “süper” “nefis” gibi sıfatların yavan kalacağı bir manzaraya hakim terasında çaylarımızı yudumladık. 

Foto: Ayşe Keskalan
Osman, “sizi gün batımını izleyebileceğiniz bir yere götüreceğim, kimler geliyor” diye sordu. O terastan, o manzaradan gözlerimi ayıramadığım için gitmedim. Giden arkadaşlarsa bir bulut denizinin içinde yüzmüşler resmen. Neyse kısmet değilmiş ne yapalım! 

Foto: Osman Avcı-Endemic

Derken akşam yemeğimiz hazırlandı. Koçira’nın beyleri, masamızı hazırlamışlardı. Her birimizin peçetesinin üzerine de ufacık minicik birer yayla çiçeği koymuşlardı. Beylerden beklenmeyecek bir nezaket değil mi =P 

  

Akşam yemeğinden sonra, yaylada çadırlı kamp kurmuş motorcu gençlik gitarlarıyla, şarkılarıyla pansiyonumuza geldiler. Şarkılar, türküler, danslar ile o geceye veda ettik. 


Ambarlı Yaylası ve "İnsan Gibi Değil" Öğleden Sonra Yemeği

Ertesi gün programımızda Ambarlı Yaylası vardı. Ambarlı’ya Fiko götürdü bizi.

Fiko'nun arazi minibüsünde, arka koltukta oturan ekip en sonunda isyan çıkardı. Neymiş efendim, yollar zaten bozukmuş. Hep en arkada oturdukları için taşlı topraklı patikalarda, Fiko'nun geri geri gidişlerinde, içleri dışlarına çıkmış. Biz mi dedik kardeşim gidin de en arkada oturun diye. Yer değiştirmeyi teklif ettiğimizde ise, isyankar duruşlarından taviz vermeyeceklerini, geç gelen bu teklifi kabul etmeyeceklerini bildirerek, kendi aralarında belirledikleri isyan türküsünü söylediler avaz avaz. Türküden ve sözlerinden burada sözetmem yakışık almayabilir. "Minibüste olan, minibüste kalır" diyerekten, isyan mevzuunu kapayayım. 

Soldan sağa, sağdan sola isyancı tayfa =P

Yaylayı şöyle bir gezdikten sonra, yürüyüşe geçtik. Yürüyüşümüz bir gölde, buzzzz gibi sulara atlayarak son buldu. Giren, çok uzun kalamadan titreyerek çıkıyordu sudan. 
Foto: Esra Taner

Sonra dönüşe geçtik. Ambarlı’da bir yayla evinde öğle yemeği bizi bekliyordu. O öğle yemeğini anlatmama imkan, ihtimal yok. Yayla evindeki teyzemiz bizim için muhlama ve pelit pişirmişti. Yanında da kaymak, peynir, turşu vardı. Pelit, undan yapılan pide gibi, bazlama gibi bir hamur işi, ekmek de diyebiliriz bir tür. Ne olduğunu bu kadar anlatabiliyorum. Tadını tarif edemem. Yemeniz lazım. Muhlama, geldiği gibi bitti zaten. Resmen piranha sürüsü gibi saldırdık. Muhlamadan sonra teyzem bizim için 4 tane pelit getirdi –ki, pelitin boyutu bazlamadan filan daha büyüktü. Dördünü de neredeyse havada kaptık, masaya inemeden bitirdik desem yeridir. Kaymaklar, peynirler bitince teyzem sordu. "İstediğiniz bir şey var mı" diye. Azıcık görgüsü olan, nezaket kurallarından haberi olan, normal insanlar ne der ? "Teşekkür ederiz. Ellerinize sağlık. Doyduk, birşey istemeyiz" der, değil mi ! Bizde ise şöyle oldu: Her birimiz aynı anda "kaymak isteriz" "peynir isteriz" "turşu var mı" diye yanıtladık teyzeyi. Sorduğuna pişman olmuştur kesin. Osman’a sorduk, bizim bu iştahımızı nasıl tanımlarsın diye. “İnsan gibi değil” dedi =D 


                                  

Sonrasında kah yürüyerek kah fotoğraf molası vererek kah Fiko’nun minibüsten devşirme 4x4 arazi aracına binerek Koçira’ya vardık. Orada da bizi bahçede yakılan ateşte pişen güveç bekliyordu. 

Foto: Osman Avcı-Endemic
Yemekten sonra yine çalsın sazlar, oynasın kızlar. O gece Karadeniz turumuzun son gecesiydi. Yatmak içimizden gelmiyordu. Dışardaki eğlencemiz bitince, içeride yemek yediğimiz yerde saza söze devam ettik. Kendi kendimize şarkılar söylerken, başka bir grup daha geldi pansiyona. Onlarda klarnet de vardı. Onlar çaldı, hep birlikte söyledik. Uykuya yenik düşüp, zar zor odalarımıza çekildik.

Sabah Gito’ya, Koçira’ya veda edip yola koyulduk. 

Koçira Pansiyon. Foto: Nihan Moralı

Palovit Şelalesi’ni şöyle bir gördük. 

F: Esra Taner

Rize bezinden yapılmış elbise, gömlek, etek vb. ürünlerin satıldığı Tekpa Mağazası'nda alışveriş molası verdik. Lale Restoran’da yediğimiz kuru fasulye ve sütlaçtan sonra, Rize Dağmaran tepesinde çay kahve içip, kaçınılmaz sona yaklaştık. 

Bu detaylı günceden sonra, Doğu Karadeniz ile ilgili söylemek istediklerim şunlar: Oralar şu an için cennet gibi. Ama ne zamana kadar. O kadar çok HES inşaatı gördüm ki. Adım başı HES inşaat alanıydı neredeyse. Düş yaylaları HES Yaylaları olma yolunda koşar adım ilerliyor ne yazık ki. Buna dur diyen yok gibi. Olsa da kaale alınmıyorlar. HES demek dereleri kurutmak demek. Dereler kuruyunca, Karadeniz’e yağış düşecek mi? Sanmıyorum. Yağış düşmeyince şimdi göz alabildiğine yeşil bir deniz görünümündeki ormanlar ne olacak? Ormanlarda yaşayan canlılar ne olacak? Koçira Pansiyon’un sahiplerinden biri sohbet sırasında şöyle acı bir cümle kurdu. Hiç aklımdan çıkmıyor. Çıkmayacak da: “Buralarda artık karasal iklim özellikleri görülmeye başladı.”
Başka sözüm yok.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder