Artvin'e veda edip, Rize'ye doğru yola koyulduk. Yolda, Osman'ın dedesini ziyaret etmek için kısa bir mola verdik. Osman'ın dedesi, belgeselde oynamış, yöre türküleri söylemiş, TV'a çıkmış meşhur bir kişi. Bizi de kırmıyor ve güzel sesiyle, güler yüzüyle türkü söylüyor.
Öğle yemeğimizi
Çamlıhemşin’deki Çinçiva Kafe’de yedik.
Foto: KHBAG |
Foto: Esra Taner |
"Yüreğine Sor" filminden tanıdığımız Çinçiva Köprüsü'nü fotoğrafladık.
Yemekten sonra Zilkale’yi gezdik.
Foto: Esra Taner |
Akşama doğru,
düşler yaylası Gito’daydık.
Foto:Ayşe Keskalan |
Foto: Ayşe Keskalan |
Koçira Pansiyona vardığımızda, gözüm ne valizleri,
ne odalara yerleşmeyi gördü. Pansiyonun girişindeki salıncak beni kendine
çekti. Dakikalarca bulutlara nazır o salıncakta sallandım. Pansiyonun
sahiplerinden biri beni uyardı: “Arkadaşlarınız odalarını seçiyorlar” diye.
Umurumda bile değildi. “Oda arkadaşım halleder” diye yanıtladım, sallanmaya
devam ettim.
Foto:Patronmurat |
Foto: Ayşe Keskalan |
Yerleşir yerleşmez, Koçira’nın tanımlamaya dağarcığımdaki sözcüklerin
yetmeyeceği, “şahane” “harika” “muhteşem” “süper” “nefis” gibi sıfatların yavan
kalacağı bir manzaraya hakim terasında çaylarımızı yudumladık.
Foto: Ayşe Keskalan |
Osman, “sizi gün
batımını izleyebileceğiniz bir yere götüreceğim, kimler geliyor” diye sordu. O
terastan, o manzaradan gözlerimi ayıramadığım için gitmedim. Giden arkadaşlarsa
bir bulut denizinin içinde yüzmüşler resmen. Neyse kısmet değilmiş ne yapalım!
Foto: Osman Avcı-Endemic |
Derken akşam yemeğimiz hazırlandı. Koçira’nın beyleri, masamızı
hazırlamışlardı. Her birimizin peçetesinin üzerine de ufacık minicik birer
yayla çiçeği koymuşlardı. Beylerden beklenmeyecek bir nezaket değil mi =P
Akşam
yemeğinden sonra, yaylada çadırlı kamp kurmuş motorcu gençlik gitarlarıyla,
şarkılarıyla pansiyonumuza geldiler. Şarkılar, türküler, danslar ile o geceye
veda ettik.
Ambarlı Yaylası ve "İnsan Gibi Değil" Öğleden Sonra Yemeği
Ertesi gün programımızda Ambarlı Yaylası vardı. Ambarlı’ya Fiko
götürdü bizi.
Fiko'nun arazi minibüsünde, arka koltukta oturan ekip en sonunda isyan çıkardı. Neymiş efendim, yollar zaten bozukmuş. Hep en arkada oturdukları için taşlı topraklı patikalarda, Fiko'nun geri geri gidişlerinde, içleri dışlarına çıkmış. Biz mi dedik kardeşim gidin de en arkada oturun diye. Yer değiştirmeyi teklif ettiğimizde ise, isyankar duruşlarından taviz vermeyeceklerini, geç gelen bu teklifi kabul etmeyeceklerini bildirerek, kendi aralarında belirledikleri isyan türküsünü söylediler avaz avaz. Türküden ve sözlerinden burada sözetmem yakışık almayabilir. "Minibüste olan, minibüste kalır" diyerekten, isyan mevzuunu kapayayım.
Soldan sağa, sağdan sola isyancı tayfa =P |
Yaylayı şöyle bir gezdikten sonra, yürüyüşe geçtik. Yürüyüşümüz
bir gölde, buzzzz gibi sulara atlayarak son buldu. Giren, çok uzun kalamadan
titreyerek çıkıyordu sudan.
Foto: Esra Taner |
Sonra dönüşe geçtik. Ambarlı’da bir yayla evinde
öğle yemeği bizi bekliyordu. O öğle yemeğini anlatmama imkan, ihtimal yok.
Yayla evindeki teyzemiz bizim için muhlama ve pelit pişirmişti. Yanında da
kaymak, peynir, turşu vardı. Pelit, undan yapılan pide gibi, bazlama gibi bir
hamur işi, ekmek de diyebiliriz bir tür. Ne olduğunu bu kadar anlatabiliyorum.
Tadını tarif edemem. Yemeniz lazım. Muhlama, geldiği gibi bitti zaten. Resmen
piranha sürüsü gibi saldırdık. Muhlamadan sonra teyzem bizim için 4 tane pelit
getirdi –ki, pelitin boyutu bazlamadan filan daha büyüktü. Dördünü de neredeyse
havada kaptık, masaya inemeden bitirdik desem yeridir. Kaymaklar, peynirler bitince teyzem sordu. "İstediğiniz bir şey var mı" diye. Azıcık görgüsü olan, nezaket kurallarından haberi olan, normal insanlar ne der ? "Teşekkür ederiz. Ellerinize sağlık. Doyduk, birşey istemeyiz" der, değil mi ! Bizde ise şöyle oldu: Her birimiz aynı anda "kaymak isteriz" "peynir isteriz" "turşu var mı" diye yanıtladık teyzeyi. Sorduğuna pişman olmuştur kesin. Osman’a sorduk, bizim bu iştahımızı nasıl
tanımlarsın diye. “İnsan gibi değil” dedi =D
Sonrasında kah yürüyerek kah fotoğraf molası vererek kah Fiko’nun minibüsten devşirme 4x4 arazi aracına binerek Koçira’ya vardık. Orada da bizi bahçede yakılan ateşte pişen güveç bekliyordu.
Foto: Osman Avcı-Endemic |
Yemekten sonra yine çalsın sazlar, oynasın kızlar. O gece Karadeniz turumuzun
son gecesiydi. Yatmak içimizden gelmiyordu. Dışardaki eğlencemiz bitince,
içeride yemek yediğimiz yerde saza söze devam ettik. Kendi kendimize şarkılar
söylerken, başka bir grup daha geldi pansiyona. Onlarda klarnet de vardı. Onlar
çaldı, hep birlikte söyledik. Uykuya yenik düşüp, zar zor odalarımıza çekildik.
Sabah Gito’ya, Koçira’ya veda edip yola koyulduk.
Koçira Pansiyon. Foto: Nihan Moralı |
Palovit Şelalesi’ni
şöyle bir gördük.
Rize bezinden yapılmış elbise, gömlek, etek vb. ürünlerin satıldığı Tekpa Mağazası'nda alışveriş molası verdik. Lale Restoran’da yediğimiz kuru fasulye ve sütlaçtan sonra, Rize Dağmaran tepesinde çay kahve içip, kaçınılmaz sona yaklaştık.
Bu detaylı günceden
sonra, Doğu Karadeniz ile ilgili söylemek istediklerim şunlar: Oralar şu an
için cennet gibi. Ama ne zamana kadar. O kadar çok HES inşaatı gördüm ki. Adım
başı HES inşaat alanıydı neredeyse. Düş yaylaları HES Yaylaları olma yolunda
koşar adım ilerliyor ne yazık ki. Buna dur diyen yok gibi. Olsa da kaale
alınmıyorlar. HES demek dereleri kurutmak demek. Dereler kuruyunca, Karadeniz’e
yağış düşecek mi? Sanmıyorum. Yağış düşmeyince şimdi göz alabildiğine yeşil bir
deniz görünümündeki ormanlar ne olacak? Ormanlarda yaşayan canlılar ne olacak?
Koçira Pansiyon’un sahiplerinden biri sohbet sırasında şöyle acı bir cümle
kurdu. Hiç aklımdan çıkmıyor. Çıkmayacak da: “Buralarda artık karasal iklim
özellikleri görülmeye başladı.”
F: Esra Taner |
Rize bezinden yapılmış elbise, gömlek, etek vb. ürünlerin satıldığı Tekpa Mağazası'nda alışveriş molası verdik. Lale Restoran’da yediğimiz kuru fasulye ve sütlaçtan sonra, Rize Dağmaran tepesinde çay kahve içip, kaçınılmaz sona yaklaştık.
Başka sözüm yok.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder