Efenim yoğun istek üzerine (=P) tatil anılarımla ve fotoğraflarımla karşınızdayım. :) Zaten tatil öncesi ilan etmiştim nerelere gideceğimi.
Kısaca ekipten söz edeyim: Dalıştan arkadaşlarım Esra, Tufan ve Kerem ile Ankara’dan yola çıktık. Ölüdeniz’de bize Esra’nın İzmir’den arkadaşı Canan katıldı önce. Ertesi gün Esra’nın lise arkadaşı Makbuş, Makbuş’un kuzeni Sibel , daha ertesi gün de Kerem’in kuzenleri Koralp ve Bilge katıldılar bize. Koralp ve Bilge sadece bir gün için dalış yapmak amacıyla katılmışlardı bize güya. Hehheee ama bizden kopamadılar ve bizimle birlikte nereye gidersek oraya sürüklendiler :)
İlk durağımız Ölüdeniz idi. Ankara’dan araba ile saat 20:00 civarı yola çıktığımız için Ölüdeniz’e varış saatimiz de biraz ilginç oldu. Sabaha karşı 05:00-06:00 gibi. O saatte ne yapılır ? Şansımızı bir zorlayalım, otelde boş oda var mıdır diye resepsiyona soralım dedik. Tabi ki yoktu. Bize uyumamız için havuz başındaki şezlongları gösterdiler. Biz de gittik şezlonglarda bi güzel uyuduk. Valla çok da güzel uyumuşuz. Uyandığımızda güneş çoktan doğmuş ve tüm yakıcılığıyla kendini hissettirmeye başlamıştı. Kahvaltı için Help denen bir bara gittik. Beklediğimizden daha nefis, doyurucu, lezzetli bir kahvaltı bulunca keyfimiz iyice yerine geldi. Begonvillerinden dolayı zaten kafadan sevdiğimiz bu mekan, yemeklerinin de kaliteli olması sayesinde hem sabah hem akşam mutlaka uğradığımız bir yer haline geldi.
HELP Barımız |
Beraber olduğumuz arkadaşlar dalgıç oldukları için Ölüdeniz’de kaldığımız dört gün dalış teknesinin gittiği koylarda geçirdim. Dolayısıyla Ölüdeniz’in içini görme, gezme olanağım olmadı. Ama olsun, benim için asıl olan yüzmek, yüzmek ve yüzmek olduğu için, çok da sorun olmadı. Zaten Ölüdeniz plajının ne kadar kirlenmiş olduğunu, daha buraya gelmeden birkaç arkadaştan duymuştum. Ne yazık ki bunu kendi gözlerimle de görmüş oldum. Bu nedenle plajdan uzaktaki koylarda, berrak sularda yüzmek benim için de iyi oldu. Mavi Mağara, Çikolata Bacası ve Kelebekler Vadisi benim yüzmekten en en en çok keyif aldığım sulardı. Çikolata Bacası ne güzel bir isim değil mi ? Niye böyle demişler bilmiyorum. Dalış hocasına sordum o da bilmiyordu. Zaten çok da ilgilendiğini sanmıyorum, zira kendisinin ilgi alanı dalıştan bile ziyade hanımlar idi :) Google hazretlerine sordum ama o da tam bilemedi. Sadece şöyle bir açıklama bulabildim: Bu Çikolata Bacası denen dalış noktasında suyun 25 – 30 metre altında bir mağara varmış, bu mağaranın üç tane girişi varmış, bunlardan ikisi baca biçimindeymiş. Çikolatayı nasıl yakıştırmışlar bilemedim. Neyse.
Bendenizin kelebek figürüne olan tutkunluğunu bilenler bilir. Dolayısıyla Kelebekler Vadisi de görmeyi en çok istediğim yerlerden biriydi. Neyse ki dalış teknesinin rotalarından biri de burasıydı. Gerçi o gün benim için pek de iyi sayılmazdı. Zira, sabah otelin kahvaltısında, haşlanmaktan artık kaya kıvamına gelmiş yumurtayı , “tok tutar, hemencecik acıkmam, teknede yemeği bekleyene kadar ohoooo” zihniyetiyle mideye indirdikten sonra, bir de üstüne varacağımız ilk dalış noktasının epeyce uzakta ve dalgalı bir yer olması sonucunda benim mide evlere şenlik hale gelir. Acıdan kıvranılır, kıvranılır, kıvranılır. Huzur ancak iki kez –çok afedersiniz- kustuktan sonra biraz bulunur. Halime acıyan hanımlaradüşkündalışeğitmeni rotayı Kelebekler Vadisine çevirir, koya demir atılır atılmaz Ayşe karaya çıkıp, plaja yatmak suretiyle kendine gelir. Meraktan öldüğüm Kelebekler Vadisi ile tanışmam böyle olacakmış demek ki ! Olsun en azından rahatlayıp kendime geldiğim yerdir. Keşke yalnız bunun için sevseydim orayı. Sevdim diyorum ama suyunun çok da temiz olduğunu söyleyemeyeceğim sanki. Tam da emin değilim, hani çok keyifli bir günüm olmadığından bana kirli gelmiş de olabilir diye düşünüyorum. Çok sevdiğim kelebek figürünün adını taşıyan bu koyu hemencecik harcamak istemiyorum. Evet evet. Bir şans daha vereceğim. Sağlıklı ve zinde bir günümde yeniden gidip yüzeceğim. Ama manzarası filan şahaneydi.
Kelebekler Vadisi |
Kelebekler Vadisi |
Sonra o akşam, Fethiye’deki “Balık Hali”ne balık yemeye gittik. Burası çok meşhur bir yer. Fethiye’ye kadar gidip de Balık Hali’nde balık yemeyeni dövüyorlar :) Burada en taze, günlük balıkları gidip görüyorsun, yemek istediğin balığı seçiyorsun, orada pişirme yerleri var. Balığı ucuza alıyorsun, pişirmek için de cüzi bir para veriyorsun. Tabi rakısıydı, şarabıydı, mezesiydi derken fiyat yine bir miktar artıyor ama en taze, en lezzetli balığı en hesaplı fiyata orada yiyormuşsun. Herkes öyle diyor. Masa masa dolaşıp fasılımsıtırak müzik yapan amcalar da var. İstemezsen senin masana gelmiyorlar, diğer masalarda söylerken zaten dinliyorsun.
Fethiye Balık Pazarı'nda balık seçmeye çalışan kişiler |
Ölüdeniz’den sonraki hedefimiz Kabak Koyu idi. Burada öğleden sonra 16:00-17:00’ye kadar zaman geçirip sonra İzmir’e Karaburun’a doğru hareket edecektik hesapta. Fakat Kabak Koyu’nun manzarası, havası, suyu hepimizi büyüledi. Kimse orayı bırakıp gitmek istemiyordu.
Kabak Koyu |
Dokuz kişi bir çardağın içinde oturup dinlenirken birimizden cılız bir ses çıktı: “Acaba bu gece burada mı kalsak?”. Önce herkes birbirine kaçamak bakışlar fırlattı. Sonra herkes aynı cılız sesle: “Olur”, “Bana uyar”, “Kalalım” dedi. Sonra herkes birbirine bakıp gülümsedi. Kalacaktık da nerede ? Her yer doluydu. Yüzdükten sonra dinlendiğimiz , oturduğumuz çardaklardan birini –sahildeki büyükçe olanını ama- bize tahsis ettiler. Daha doğrusu o çardak restoran gibi mi kullanılıyormuş ne, içeride bir masa birkaç da sandalye vardı. Biz iç taraftaki çardaktan oraya minderleri taşıdık kendimize yatak yaptık. Tesisteki kalacak yer için konuştuğumuz amca bize battaniye ve pike getirdi. Odamız hazırdı. Dokuz kişi aynı yerde koğuş usulu uyuduk. Ay ne çok keyifliydi :) Uyumadan önce tabi ki güzel bir akşam yemeği yedik, rakımızı içtik. Ben orada fotoğrafçılıktan tanıştığım bir arkadaşıma -Mert- rastladım. Onlar da geldiler sohbete. Yeme içme faslından sonra güya sahilde yıldızları seyredecektik. Dayanamadık denize girdik. Denizde yoga yaptık ama yalandan :) Esra bir tantra söylüyordu, biz arkasından onu tekrar ediyorduk. Önce gayet ciddi başladıksa da kısa süre sonra Esra'nın tantralarının ardından “amin” filan diyerek iyice cıvıdık :)
Kabak Koyu |
Kabak Koyu |
Şoför size bir kartvizit veriyor, dönmek istediğinizde telefon ediyorsunuz ve kamyonet sizi almaya geliyor. Teoride. Pratikte ise böyle olmadı. Şoföre telefon ettik, “Dokuz kişiyiz. Yukarı çıkmak istiyoruz” diye. “Tamam, bir araç geliyor sizi almaya” dedi. Gelen araçlar hep doluydu ama, bir türlü binemedik hatta neredeyse iki saat kadar bekledik. En sonunda sinirden patlamış bir halde gelen dolu kamyona bir şekilde sıkıştık sığıştık da yukarı çıkabildik. Yoksa Kabak’ta mahsur kalıyorduk.
Kabak Koyu’ndan Karaburun’a doğru hareket ettik. Ölüdeniz ve Karaburun birbirine taban tabana zıt iki tatil beldesi. Ölüdeniz ne kadar İngiliz ise, Karaburun o kadar yerel. Ölüdeniz’de o kahvaltısını, yemeklerini pek beğendiğimiz Help Bar’daki adisyonlarda hem TL, hem Euro, hem USD hem de Sterling cinsinden yazıyordu toplam hesap. Bir kez de İş Bankası’ndan para çekecek oldum, “Paranızı sterling olarak mı, TL olarak mı çekmek istersiniz” diye sordu bankamatik ! Hani Kaş’da, Kalkan’da da İngiliz turist çoktur ama, oralarda ve hatta bugüne dek gittiğim hiçbir yerde böyle bir durumla karşılaşmamıştım. Karaburun’da ise tek bir yabancı turist yoktu. En güzel tarafı ise, dükkan ve mağaza isimlerinin, tabelalarının hepsinin Türkçe olmasıydı. Üniversiteden hocam olan, dilbilimci Emin Özdemir bize hep derdi ki : ”Anadili bir toplumun namusudur.” Emin Özdemir’in öğrencisi olma ayrıcalığına kavuşmuş biri olarak bu sözler hiç kulağımdan çıkmadı, İngilizce-Fransızca özentisiyle dolu tabelaları, mağaza isimlerini gördükçe hala üzülürüm. (Neyse, bu da yazının mesaj kaygılı kısmı olsun.)
Karaburun büyük bir yer, bir sürü koyu, bir sürü köyü var. Hepsini gezmeye fırsat olmadı. Saip diye bir köye gittik kahvaltıya. Kır kahvesi, bildiğimiz, Yeşilçam filmlerinde Ediz Hun ile Filiz Akın’ın gizli gizli buluştuğu türden bir kahveydi.
Karaburun, Saip Köyü Kırkahvesi |
Bu kez de adamın gönlü olsun diye, hem de ney’i duyabilmek için masa değiştirmekten vazgeçtik. Sonuç olarak sevimli, şirin, sıcak bir yerdi. Aaaaaaaaa ! Oraya aynı akşam yine gittik bu sefer kahve içmeye. Kimi görsem beğenirsiniz ? Ankara’da çok sevdiğimiz, deli gibi eğlendiğimiz bir mekan olan Kalender Zebra’nın sahibi Sefa Abi. Sarıldık, kucaklaştık, ayaküstü sohbet ettik. Bu arada kötü haber: Balkan müziği yapan grup bu sene çıkmayacakmış :(
Karaburun’daki günlerimiz hep dalış merkezinin olduğu merkezdeki sahilde geçti. Deniz kenarındaki bir restoranın kıyısına köşesine iliştirilmişti dalış merkezi. Arkadaşlar dalarken, ben de kah yüzdüm kah restoranda keyif yaptım.
Orada da yine dalıştan arkadaşımız Gülay ve arkadaşlarını gördük. Ne çok tesadüf yaşamışız yalnız, yazarken fark ettim :) Karaburun’da bir de Zodyak maceramız oldu. Orada dalışlar zodyaktan yapılıyor. Bir akşam dalışında “zodyakta yer var isterseniz siz de gelin yüzersiniz” dediler. Gittik. Dalacak arkadaşlar suya atladı. Ben de suya atladım yüzmek için. Beş dakika sonra zodyağın kaptanı “hadi çık artık, arkadaşları almaya gidiyoruz” dedi. “Ne çabuk daldılar çıktılar” diye geçirdim içimden. Meğerse hiç dalamamışlar. Akıntıdan dolayı dalış hocası ile bizim arkadaşlar arasındaki mesafe açıldıkça açılmış. Biz gidip onları iple çektik filan. Esra dalmaktan vazgeçti. Koralp’in ağırlık kemeri düştü, denizin dibini boyladı. Zodyaktaki yedek kemeri aldı o da suya düştü. Sonra Esra’nınkini aldı da dalabildi.
Karaburun |
Ne kadar uzun oldu. Gezi yazısından ziyade gezi günlüğü gibi bir şey oldu. Ben öyle öykü gibi yazamıyorum, yeteneğim yok. Böyle konuşur gibi yazabiliyorum. Artık idare ediverin. Sıkıldınız mı ? O zaman biraz da fotoğraflara bakalım isterseniz. Kapanış cümlesi olarak şunu yazmak istiyorum: “Yeni yerler görmek gibisi yok.”
Help Bar Adisyonu |
Help Bar'dan |
oyoyoyoyoy bitanesi...
YanıtlaSilne güzel anlatmışın
namnamnamnam
canım çektiiiiiii
yannız keremle lafa dalıp yüzmeyi abartmanız kısmında koptum
aklıma bir başka lafa dalıp yüzmeyi abartma hikayesi geldi de ehühe
nefis nefis nefis...fotoğraflar da anlatımlar da... kelebenkim vadisine de gitmiş ooooh daha ne olsun :))) elceğizlerine sağlık canım benim, tatilinin keyfi geldi masa başımda bana kadar siryet etti, hep böyle olsun :)
YanıtlaSilhmmmmmm..... hangisi Yazgüneşi ? Sakın şu Kaş'taki olmasın =P Ay böyle yüzerken bigüne bişey gelcek gerçekten de başımıza ya, hayırlısı =D
YanıtlaSilNil'immm, beğendiğine sevindim =) kelebenkler vadisi'ne en sonunda gidebildiğim, yehhuuuuu =D
YanıtlaSil